Konuya ek olarak 'Evrim', ' Ateist akıl', 'Ateizm Yanılgısı, 'Deizm Yanılgısı'' adlı yazılarımızı da tavsiye ederiz.
Bilim değişmez mi?
Bilim yanılmaz, değişmez, tek gerçek kaynak mıdır?
Birçok insan bilimin ilan ettiği hakikatların hiç değişmediğini zanneder. Halbuki bilim, değişerek ve bir önceki bilgiyi yalanlayarak ilerlemeye devam eder.
Albert Einstein: “Gerçeklikle karşılaştırıldığında, bilimde vardığımız düzey ilkeldir, çocuk oyuncağıdır. Ama sahip olduğumuz en değerli şey de odur.” (Alice Calaprice, The Ultimate Quotable Einstein, s. 404) demektedir. Stewart Cole ‘Demokraside liberal eğitim’ adlı eserinde bilim adamını şöyle tarif etmektedir: “Bilim adamı, doğrunun yolunda ilerlemek için doğanın temel yasalarına ve zekasına güvenen inançlı ve bütünlüklü bir insandır. Amacı insanoğlunun refahıdır.” Gerçekte ise, “Bilim adamları bay Cole’un inandığı gibi olmak zorunda kalsalardı, sayıları çok az olurdu.” (Anthony Standen, Bilim Kutsal Bir İnektir, s. 12) “Bilim adamını, geleneksel ‘dini inançların yerine geçecek’ yeni kavram ve düşünceler arama yolunda bir sorumluluğu olandır.” (Standen, s. 17) şeklinde tarif edenler de vardır. Halbuki “Bilimin yanılmaz ve eleştiri ötesi olduğu düşüncesi bir yanılsamadır, dahası tehlikeli bir yanılsamadır.” (Standen, s. 25) “17 yüzyılda tabiata hükmeden insan” şeklinde Francis Bacon’da ifadesini bulan sömürgeci karakteri eleştiren ve “mekanik dünya görüşüne sarılmanın bizi yok olmanın eşiğine getireceğini” söyleyen, “ABD'de yapılan araştırma ve geliştirme harcamalarının yüzde yetmişinden fazlasının askeriye tarafından yapıldığını” ifade eden parçacık fiziği, yüksek enerji fiziği ve teorik fiziği uzmanı Fritjof Capra’da, ”Bilimden pek ümitli değilim.” demektedir. (İzlenim dergisi, Mart 1993, s. 54-56)
“Bilim, deneyler ve deneylerden ulaşılan kanunlar ya da matematik ve geometri ile formüle edilen şeylerin ‘gerçek kabul edilmesi' neticesinde, doğru bilginin ‘kıstaslarının değişmesi’ ile oluşur.” (Bertrand Russell, Bilimden beklediğimiz, s.14; Alekandre Koyre, Bilim tarihi yazıları I/66; John Henry, Bilim devrimi, s.15; Kostas Gavroğlu, Bilimlerin geçmişinden tarih üretmek; Hasan Yaşar, Ömer Faruk Korkmaz, Yücel Karakoç, Modern Bir Akıl Sapması, Deizm, s. 60) Günümüzde ‘Einstein modeli Newton modelinin yerini almıştır.’ (Hamza Andreas Tzortzis, Hakikatin izinde, Din bilim Ateizm, s. 298) ve ‘Bilimin vardığı sonuçlar değişmez sonuçlar değildir, bütün sorulara cevap veremez.’ (Tzortzis, s. 304) Bilimsel sonuçlar, ‘değişken ve mutlak olmayan’ işler olarak kabul edilmelidir. Bilim değişebilir. (Tzortzis, s. 300) “Gerçi bilim vardığı sonucu değiştirip yerine yenisini koyuyarsa da, uzun vadede tabiatın ‘hakikatine biraz daha yaklaşarak’ ilerlemektedir.” (Anthony Standen, s. 161) Bilimsel bilgi ve ilahi vahyin iki farklı bilgi kaynağı olduğunu belirtmemiz gerekir. Bir tanesi sınırlı niteliklere sahip olan insan zihninden, diğeri ise tanrıdandır. (Tzortzis, s. 301) Asıl konumuz olan bilimsel bilgi konusunda "Ateist Sam Harris bile, bilimsel kuramların hatalı olabileceğini itiraf etmek zorunda kalmıştır." (Emine Öğük, Yeni ateistlerin yanılgıları, s. 81)
Samerset Maugham ise bu konuda, "Avrupa Bugün yeni bir Tanrıya inanmıştır, o da ilimdir. Fakat ilim devamlı değişen bir varlıktır. İlim dün inkar ettiğini bugün ispat eder ve bugün ispat ettiğini de yarın inkar eder. İşte o sebepten dolayı, ilmin kullarını düzen ve huzurdan uzak, daima bir ıstırap ve gönül darlığı için de bulursun." (Profesör Muhammed Kutup, İslam'ın etrafındaki şüpheler, s. 20) demektedir. Bilimin kayan kum üzerinde durduğu (Karl R. Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 43) ve günümüzde hiçbir bilginin eskiden kabul edildiği gibi kesinlik arz etmediği (Anthony Giddens, Modernliğin Sonuçları, s. 44,171) artık itiraf edilmektedir! Prof. Popper’in bilime yaklaşımı da benzerdir. “Karl Popper, 'Bilimsel Araştırmanın Mantığı' isimli kitabında, "Bilimsel bilgilerin değişimi açıktır, geçicidir, geçicilik özelliği taşır. Yeni bir bakış açısı geldiğinde, yeni veriler elde edildiğinde, bilimsel bilgi değişime uğrayabilir." Bilimsel bulguların kesin değişmez gerçeklik olarak dayatılmasının da, ‘bilimi bilim olmaktan çıkarıp bir çeşit dogmatik inanç ya da din haline getirdiği’ unutulmamalıdır. Sonradan yanlış olduğu ortaya çıkan teorileri ortaya atanların da, kendi dönemlerinde teorilerini kabul etmeyenleri bilim dışı, akıldışı ya da bilim karşıda olmakla suçladıkları çokça görülmüştür.” (Metin Aydın, Ateizm Yanılgısı, s. 25, 75) "Bilimsel bilgiyi şaşmaz bir kılavuz olarak gören ve 'her şeyin açıklamasını bilimden bekleyenler, bilimsel kalıpların sürekli değiştiğini' unutmamalıdır. Bilim sürekli bir şekilde değişime uğramaktadır. Bilimsel bilgi, son noktayı koyan değişmez bir içeriğe sahip bir bilgi türü ortaya koyamaz. Bilim, yanlışlarını düzelterek ilerler." (Selçuk Kütük, Ateizm Yanılgısı, s. 12, 85, 164) Evet, “Bilimin geçmişteki delillerinde daima yanlışlama özelliği söz konusudur.” (Hacı Ali Şentürk, Ateizm sonuçsuz serüven, s. 221) “Bilim sürekli kendini yalanlayıp yenileyen bir alandır.” (Ömer Faruk Korkmaz, Sorun kalmasın, s. 306) "Bilim ve teknik teoriler sürekli gelişir, çoğu kere de değişir ve başkalaşır." (İzzet Derveze, Kur’an cevap veriyor, s. 308) Özetle, "Bilimsel bilgi sürekli değişime ve gelişime açık bir yapıdır." (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Komisyon, Soru ve Cevaplarla Niçin İnanıyorum? s. 82)
“Bilim, 'sınırlı gözlemlerinize dayanarak, belirli bir olgu için elimizdeki en iyi açıklama budur' demektir. Bilim değişkendir. Bilimsel sonuçların mutlak olarak doğru olduğunu ve hiçbir zaman değişmeyeceğini varsaymak açıkça yanlıştır. Tarih bize gösteriyor ki, bilim vardığı sonuçları sürekli değiştirir.” (Tzortzis, s. 278, 299, 300) "Bilim hakkında asıl sorulması gereken soru, Bilimin bizi nereye götürdüğü değil, kendisinin nereye gittiği, sorusudur. Nereye gittiğini bilmesek bile, nereye gitmediğini biliyoruz artık! ‘Bilim, hakikate doğru gitmiyor.’ Hakikati keşfettiğini iddia eden her bilimsel teorinin, bir bakıyorsunuz bir süre sonra hakikati keşfetmediği anlaşılıyor. Bundan sonra üretilecek olan bilimsel teoriler de, bundan öncekiler gibi hakikati keşfettikleri iddiası ile ortaya çıkacak ama bir daha asla yanlışlanmayacak biçimde ortaya koyacak bir teorinin olabileceğini düşünmek pek mümkün görünmemektedir. Edgar Morin, 'Bilimsel teoriler nesnel olamaz çünkü bilim, insan zihninin gerçek hakkındaki düşüncelerinden ibarettir. Nitekim aynı objektif verilerin; Ptolemaios, Kopemik, Newton ve Einstein gibi birbirinden farklı, hatta birbirine karşıt teoriler tarafından kullanılmış olması da bunu gösterir.’ demektedir." (HilmiYavuz, Modernlesme Oryantalizm ve İslam, s. 92) "Bilim değişime açıktır. Dolayısıyla bilimsel ispat diye bir şeyden bahsetmek tehlikelidir. Çünkü bu terim, varılan bilimsel sonuçların taş üzerine oyulmuş yazılar gibi olduğunu ima eder ve bu anlayışı güçlendirir." (G. Barker and P. Kitcher, Philosophy of Science, s. 17) “Bilimin ürettiği bilgilerden hangilerinin gelecekte doğrulanıp hangilerinin yanlışlanacağını bugünden kestirmek imkansızdır.” (Prof. Cağfer Karadaş, Kafama takılanlar 2, s. 91) “Modern bilim anlayışında mutlak doğru yoktur, güncel doğru vardır. Bilim bugün doğru dediğini yarın yalanlayabilir.” (Prof. Ramazan Altıntaş, Gençler inançtan soruyor, s. 158) Yani bilimsel “İlerleme, 'geçici hakikatler ile' günü kurtarmaktan başka bir şey değildir.” (Selçuk Kütük, Deizm, s. 90) “20. yüzyıl fiziği bize, bilimde hiçbir mutlak doğru olmadığını ve bütün kavram ve teorilerimizin sınırlı ve tahmini olduğunu çok kesin bir şekilde göstermiştir. Bilimsel teoriler bize hiçbir zaman gerçekliğin tam ve nihai bir tasvirini sağlayamaz. Onlar daima, nesnelerin hakiki özelliklerine yönelik ‘tahminler’ olarak kalmak zorundadır. Bilim adamları gerçekliği yalnızca sınırlı ve yaklaşık tanımları ile uğraşırlar.” (Fritjof Capra, Batı düşüncesinde dönüm noktası, s. 47, 58) "Hawking’de, bilimin önemli bölümünün kesin olmadığının anlaşıldığını ifade etmektedir. Galileo, Batlamyus'un evren modelini sahneden kaldırmıştır. Newton'un durağan ve kesin zamanlı evren modelini de Einstein, Hubble, Lemaitre ortadan kaldırmıştır." (Emin Arık, Deizm ve ateizm çıkmazı, s. 17, 250) 'Bilimci', bilimi kendine mahsus kuralları olan yeni bir din haline getirir. Bilim tarihine baktığımızda, 'bilim adına konuşan' birçok bilim adamının ve felsefecinin bugün için komik görünen fikirler ileri sürdüklerini rahatlıkla görebiliriz. Ünlü bilim adamı Lord Kelvin 150 sene önce, 'havadan daha ağır cisimlerin uçamayacağını' savunuyordu. Pozitivisterden Ernest Mach ise atomun varlığını reddediyordu. (Selçuk Kütük, Deizm, s. 118-119) Bu nedenle de Harvard üniversitesi profesörü Dr. William MC. Dougal, "Bugün biz fizikçiler, madde karşısında 19. yüzyılın fizikçileri gibi değiliz, 'hepsini anladık' demiyoruz, daha anlamadığımız pek çok şey vardır." (M. Rahmi Balaban, İlim ahlak iman, s. 77) demektedir. Tüm bunlara rağmen ateistler hâlâ “Dogma haline getirdikleri birtakım bilimsel sonuçların her şeyi açıklayabileceğine inananlar vardır.” (Prof. Dr. Cağfer Karadaş, Ateist ve Deistlere Cevap, s. 16) Akılcılar, "Aklın sınırlı olduğunu itiraf ettikleri halde onu her türlü şeyin üstüne koyma çelişkisine imza atarlar." (Rene Guenon, Doğu ve Batı, s. 44) “Her bilimsel teorinin doğru olamayabileceği ya da belli bir süre sonra yanlışlanabileceği unutulmamalıdır. Bilim, henüz tamamlanmamış ve belki de insanlık var oldukça tamamlanamayacak bir araştırma sürecidir.” (Erol Çetin, Deizm Eleştirisi ve Yapılması Gerekenler, s. 84)
Ateistler de “Deistler de akla sonsuz güven duyarlar ama sınırlı ve dar oluşundan haberleri yoktur.” (Prof. Adnan Bülent Baloğlu, Son hurafe Deizm, s. 264) “Akıl insan zihninin ürettiği bir bilgidir. Tek bir akıl yoktur ve tasavvurlarını bilgi, kültür ve tecrübe tabanından beslenerek kurgular.” (Baloğlu, s. 285) "Bilimin doğruları hep değişmektedir. Devamlı değişen bilim nasıl olur da insanlar için değer üretmeye yönelik bir konum da kabul edilir?" (Hacı Ali Şentürk, Teolojik Sancı Deizm, s. 108) “Her bilimsel yöntemin ve bulgunun temelinde bir dünya görüşü yatar. Dünya görüşleri ise bir takım ön kabullere dayanır. Dolayısı ile bilimsel önermelerin mutlak ve evrensel olduğu iddiası akla uygun değildir.” (Erol Çetin, Deizm Eleştirisi ve Yapılması Gerekenler, s. 86)
Ama bilimi kurtarıcı bir din gibi görenler de vardır. "Bilim, bir inanç kategorisi haline gelmiş durumdadır." (Edward Said, Oryantalizm, s. 56) “Kutsallardan arındırılmaya çalışılan aklın zamanla kendisi kutsallaştırılmıştır.” (Neşet Toku, Kültürel rölativizm zemininde insan, Düşünen siyaset, sayı 15, s. 78) “Akıl ve bilim her nedense fakirliğe açlığa sömürüye adaletsizliğe işgallere ve savaşlara engel olamazken.” (Selçuk Kütük, Deizm, s. 284) “Yuval Noah Harari, salgınları dize getirerek insanın Tanrılaşacağını iddia etmektedir. İnsanlığın verdiği mücadeleyle bütün hastalıklarla başa çıktığını söyleyen Harşiri, post-modern yalancı bir peygamberdir! Yalancı peygamber, insanı da Tanrı ilan eder (homodeus) ve “Bize bol gıda, ilaç, enerji ve hammadde sağlayan olağanüstü ekonomik büyümemiz sayesinde kıtlık, salgın ve savaşları dize getirmeyi bildik” (Harari, Homodeus, s. 24) der. Harari’nin amentüsü ilerlemedir. Buna göre artık ne salgın, ne kıtlık ne de savaş olacaktır. Bütün yalancı peygamberlerin sonu hüsrandır. Koronavirüs, deizm ve “İnsan Tanrı” yalanını yerle bir etmiştir.” (Ergün Yıldırım, Yeni Şafak, 15 Mart 2020) Halbuki aynı Harari, “Max Planck, Einstein'a, 'bilimin cenazeden cenazeye ilerlediğini.' söylediğini (Y. N. Harari, Homo Deus, s. 38) aktarmıştır. İsrail’li ateist Harari gibi, "Türkiye ateistlerinin sorularının çoğunun da, bilimi kutsal bir inanış görmekten kaynaklandığı görülmektedir. Batı, materyalist bilimselliği 19. yüzyılda bırakmıştır. Bu ateistler hâlâ ikinci el bilim anlayışından kurtulamamıştır. Gerçekte ise bugünkü dünyanın çektiği sıkıntıların temelinde çok tapınılan bilimin, her şeyi tüketen insanoğlunu bir türlü doyuramaması yatmaktadır." (Ahmet Bayraktar, Ateizmus 1, s. 20) “Gençlerimiz İsrailli, Yahudi, ateist ve eşcinsel Harari'nin bilimle mükemmelliğe ulaşılıp savaşların biteceği ve insanın Homodeus (İnsan Tanrı) olacağı fikirleriyle zehirlenip dursun! İsrail, bilimle geliştirdiği mükemmel programlarla daha "mükemmel katletmeye" devam ediyor. Yapay zekanın bütün matematiksel ve bilimsel mükemmelliğine karşın kusurları da vardır. Mesela bombalanan evde "hedef" olmuyor ve yine de o evdeki herkes bombalanarak katlediliyor. Matematiksel kusur, bütün ailenin yok edilmesiyle sonuçlanıyor! Lavender adlı bu yazılımla katliamlarda sivil kayıplar oranı bile çıkarılıyor. 20 kişilik "zayiat", "normal" görülüyor. Bunlar bazen azalıyor bazen çoğalıyor. Üst düzey "hedefler" için ise bu oranın 100’e kadar çıktığı belirtiliyor. Katletme matematiğin oranlar meselesi olmuş. Ne bilim ama!” (Ergün Yıldırım, Star, 6.4.2024) Zaten "Modern bilimin meselesi, hakikat değil hakimiyet'tir. O yüzden güç üreten araçları kutsamış, araçlar insanı kölesi yapmış, şiddete dayalı bir dünya üretmiştir." (Yusuf Kaplan, Yeni Şafak, 5.12.2021) Zaten uzun zamandır “Batı, bilimi insan ve doğaya hükmetme aracı olarak kullanmaktadır.” (İsmail Süphandağı, Batı ve İslam arasında Oryantalizm, s. 173) ve "Ortaya çıkan savaşlar, bilimin vücut verdiği nükleer ve ekolojik tehditler, beraberinde rasyonalizm ile ortaya çıkan ve büyük anlatılara neden olan güvenin artık kaybolmasına neden olmaktadır." (Modern Çağın İnanç Sorunları, Komisyon, DİB, Profesör Dr Kasım Küçükalp, s. 104) Ama ateistlerin hayallerinin sınır yoktur: Meşhur ateist Celal Şengör, "Günün birinde insanların, beynini bilgisayar programlarına download ederek ölümsüz olacağını ve bütün evrene yayılıp nüfuz edeceğini." iddia etmişti ekranlarda. Tabiatı kontrol etme ve ilahi güce ulaşma hedefleri hep bilim adı altında gizlenmektedir. (Hasan Yaşar, Ömer Faruk Korkmaz, Yücel Karakoç, Modern Bir Akıl Sapması, Deizm, s. 117, 119)
"Fizikçiler, yaptıkları keşif ya da ürettikleri aletlerin kendi deha ve güçlerinden kaynaklandığına inanarak güçlü olduklarına inanmaktadırlar. Bu tarz çabalarla aslında, inanmadıkları tanrının yerini almaya çalışırlar." (John Horgan, Bilimin sonu, s. 255) "Bilimsel emperyalizmden" (E. F. Schumacher, Aklı karışıklar için kılavuz, s. 19, 68) bahsedenler kadar, "Bilimsel teknolojik zaferin, insanı çöküşe sevk ettiğini." (Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul, s. 333) ileri sürenler de bulunmaktadır. "Akılcılık, artık bilimci uzmanların dediğine' teslim olmak' manasına gelmektedir. Akılcılık artık bir iktidar odağı haline getirilmiştir." (Paul Feyerabend, Akla veda, s. 21-22) "Bilim/akıl en militan din kadar dar kafalı olabilir, var olan bütün güçler gibi en şeytani güçlerin hizmetine koşabilir." (Max Horkheimer, Akıl tutulması, s. 110) "Aklı yanılmaz bir bilgi kaynağı olarak gören akılcılar, bilim ve felsefe tarihlerine baksalardı, karşımıza çıkan birbiriyle çelişik sayısız düşünce ve teorinin varlığı karşısında insanların evrensel bir akılda birleşemediklerini göreceklerdi. Akıl, metafizik ve tanrısal bir konuma taşınmıştır. Bir nimet olan akıl, tanrı pozisyonuna yerleştirilmiştir. Bilgi ve veri akışının uzun vadede sürekli bir değişime uğradığı ortada olduğuna göre, akıl yürütmenin de değişime uğrayacağı açıktır. Akıl, hakikatı icat etme kapasitesine sahip bir cevher değil, hakikatin kavramaya yarayan bir araç olmalıdır. Akıl, modern dönemde bir 'değer üretmek kaynağı' haline getirilmiştir. (Selçuk Kütük, Deizm, s. 85-87) “Materyalizmi benimseyen analitik filozoflar, bilimsel beyanların 'eksiksizliğine' güçlü bir biçimde bağlıdır.” (Kemal Batak, Naturalizm Çıkmazı, Dennett'ten Dawkins'e yeni ateizmin felsefi temelleri ve teistik eleştirisi, s. 70) “Bilimlerin birliği ideali, gerçekleştirilmemiştir ve gerçekleştirilemeyecek bir rüyadır. ‘Bilimci’ naturalistin açık, tartışmasız ve kullanışlı bir bilim tanımı da yoktur. Naturalizm dinsel olarak nitelenebilecek birtakım özellikler de sergiler.” (Kemal Batak, Naturalizm Çıkmazı, s. 171) “Bilim pek çokları için, dinin üstünde bir hakikat terazisi olarak konumlandırılmıştır.” (Hasan Yaşar, Ömer Faruk Korkmaz, Yücel Karakoç, Modern Bir Akıl Sapması, Deizm, s. 99) “Sıradan bir bilim tarihi ve felsefesi okuyucusu bile, açık, tartışmasız bir bilim tanımı olmadığını görebileceği gibi, açık, tartışmasız bir bilim metodu olmadığını da görecektir.” (Kemal Batak, Naturalizm Çıkmazı, s. 174) “Bilim başarılarını oldukça sınırlı bir alana odaklanmasına borçlu iken, bilimcilik, desteksiz genelleştirmeler yapmaktadır. Bu nedenle, "bilim" ve "bilimcilik" birbirleri ile bağdaşmaz. Bilimcilik ciddi bir şekilde benimsendiğinde "sahte din" haline gelir.” (Kemal Batak, Naturalizm Çıkmazı, s. 160) ve “yaşamın anlamını ve uğrunda savaşılacak idealleri verir!!” (Karl Giberson, Artigas, Oracles of Science, s. 40) “Doğanın dışında başka hiçbir şey yoktur." şeklindeki kapsamlı naturalist iddiaya doğanın içinde kalarak ulaşma imkanı yoktur. Bu iddia fiziksel gerçeklerin terkibinden daha fazlasını, bir felsefeyi, metafiziği içerir.” (Kemal Batak, Naturalizm Çıkmazı, s. 175)
Aslında "Bilim, İlahi kanunların keşfi neticesinden ortaya konan prensiplerdir. Bilim, 108.000 km/saat hızla “dünya dönüyor”, din ise; sebepler dairesinde ve hikmetine binaen Yüce Kudret tarafından “dünya döndürülüyor” der. Maneviyattan ve vahiyden kopuk bilim, olayın failini terk edip ve işi tesadüflere bırakır. Kaldı ki, İslam taklidi bir imanı değil, araştırmaya ve delile dayalı bir inanma olan tahkiki imanı esas alır." (Mehmet Bahadır, Modern Bir Put: Bilim, Derin Düşünce, 4.5.2010) Bu nedenle "Kuantum hipotezini ilk ortaya koyan Max Planck, “Din ile bilim arasında asla gerçek anlamda bir zıtlık olamaz. Çünkü, biri diğerinin tamamlayıcısıdır." (Max Planck, Edt. Charles C. Gillespie, Dictionary of Scientifik Biography, s. 15) dermektedir.
Ayrıca “Bilgilerin temelinde, doğrulanamayan inançlar vardır.” (Erol Çetin, Deizm Eleştirisi ve Yapılması Gerekenler, s. 77) ve “Bilimin kendisi birçok kabul üzerinde yükselir. İnsanlar, örneğin akli melekelerinin manipüle edilemediğini veya algılarının kendisini yanıltmadığını varsayar. Einstein, "Doğada her şeyi kuşatan yasaların var olduğuna yönelik inancımız, bir tür imanın üzerine bina edilmiştir." (A.Einstein, Einstein on Cosmic Religion and Other Opinions and Aphorisms, s. 33) derken, bunu kast etmektedir.” (Alper Bilgili, Bilim ne değildir? s. 74) “Bilim, varlığını bilişsel yetilerimize güvenliğimiz kabulüne borçludur.” (Bilgili, s. 76) "Bilgi, 'inancın' gerçeğe dönüşmüş hali değil midir? Bilimsel teoriler, belli dönemlerde belli açıklama tarzlarıdır. Dawkins, darwinizm'in hipotezlerini kanıtlanmışçasına savunmaktadır. Dawkins, bilimsel kesinliği öylesine yükseltmektedir ki, asla değiştirilemez kesin yasalar olduklarını savunmaktadır." (Aliye Çınar, Deizm ve ateizm üzerine, s. 28, 43, 281, 282)
Bilimin yanılmaz ve tek gerçek kaynak olduğunu savunanlara bir hatırlatma ile başlayalım: 1911 yılına dek Thomson atom modelini bilim adına savunmuşlardı. 1913 yılına dek ise Rutherford'un atom modeli bilim adına savunulmaya başlanır. 1913'ten itibaren ise Bohr atom modeli yeni bir model olarak çıkmıştır. Kısaca Bilim, 'Yanlışlana dek doğru kabul edilen şey'dir! Bilimci putperestler, bilim ve teknolojiyi elinde bulunduran devletler, bunları insanların yararına kullanmak yerine insanları sömürme aracı olarak kullanmaktadır. İlaç sanayinden silah teknolojisine, medyadan oryantalist araştırmalara dek bu böyledir! Bilimi kutsayanlar; ölümsüzlüğe çare olacağını, dinin yerini alacağını düşünenler, tüm sahte Tanrılar gibi bir gün bilim putunun da, kendine ‘yüklenen bu anlamıyla’ beraber yıkılıp gideceğini göreceklerdir.
Giriş
Tabiata tapınan (Natüralizm adlı yazımıza bakılabilir) veya ineği kendileri için kutsal sayanlarla fizik veya kimya bilimlerini ilah edinenler arasında ne fark vardır? İnek'te yaratılan bir varlık, fizik kuralları da evrenin yaratılmasından kullanılan bir araçtır ama iki araç da amaç haline getirilmiş, ilah seviyesine yükseltilmiştir. Altını özellikle çizerek belirtelim ki, burada bilimi değil bir zihniyetin eleştirisi yapılmaktadır!
“Dolayısıyla bilimsel bilgi, mutlak doğruları değil, doğruya şu an için en yakın olanı yansıtır. Bununla yetinmemizin nedeni ise, daha geçerli olana henüz sahip olamamış olmamızdır. Bu nedenle bilim adamı “bilimsel gerçekler” yerine şu anda sahip olduğumuz “bilimsel veriler” ışığında konuşur. Gerçek, evrendeki varlıklar ve olaylardır. Gerçekler, kişilerden bağımsızdırlar ve değişmezler. Bilim ise, gerçek değil, gerçeğin bizim tarafımızdan bir ‘algılanma’ biçimidir, bir yorumdur. Bu yorum ise, yorumcunun durduğu yere ve önceki donanımına bağımlıdır.” (Prof. Tevfik Özlü, Bilim Yobazlığı, Zafer, sayı: 429, Eylül, 2012)
Bilimsel iddia ve buluşlar, teori veya geçici doğrular mertebesindedir. Dolayısıyla ‘her an yanlış oldukları ispatlanabilir olan zamana bağlı’ doğrulardır. Yani bilim, yanlışlanması zamanla ispatlandırılacak olan geçici doğrulardır. Bilimi tanrı edinenlere üzülerek belirtmeliyiz ki, bilim hiçbir zaman “Sonunda Tanrının olmadığı bulundu” gibi bir keşifte bulunamayacaktır. Ayrıca unutmamalıyız ki, bilimin açıklayamadığı pek çok şey vardır ve öyle de kalacaktır. Bilim bir rehber değil; ancak önümüzü aydınlatan bir ışık olabilir. Işık olsa da yine yolumuzu bulmamız için bizlerin bir rehbere ihtiyacı vardır. O rehber de dindir; İslam’dır. Bilimin metotlarını ve bilim yoluyla üretilenleri, mesela çekiç ya da kerpeteni birer araç gereç olarak görebiliriz. Birisi çıkıp çekicin dünyanın tüm sorunlarına çözüm olacağını söylerse, onun deli olduğunu düşünürüz. Başınızın üstünde bir dam olsun istiyorsak çekiç şarttır ama çekiç ile mesela huzuru bulacağını iddia edenlerden de uzak durmak gerekir. Hele ki o çekiç bir de doğa ve insanlara hükmedilmek üzere kullanılıyorsa…!
“Bilim tarafsızdır”, “Doğrunun ölçütü bilimdir” gibi pozitivist inanışlar artık eskisi kadar taraf bulmuyor, bulamıyor. (Standen, s. 197) Pozitivist bilimciler, dinin alanına girdiğinde pozitivistlikten taviz vermiş felsefe yapmaya başlamış olmaktadırlar. Pozitivistler herşeyi parçaladıkları için manayı kaybetmektedir. Aşkı, korkuyu, sevinci hormonal “fenomenler” zannetmektedirler. Hakikatin tezahürü yok onlar için, sadece tezahür var. Sebebi? Eşya. Eşyanın sebebi? O da eşya. Biz buna “pozitivist iman” diyoruz. Çünkü pozitivistlerin bilimsellikle ilişkisi kopmuştur. Bilimsellik değil bilimcilik peşindedirler. Bilimi putlaştırmışlardır. Semavi dinlere alternatif bir ilahiyat üretmişlerdir. Buyrun, yaşadığı zamanın öncü bilimcisi bakın ne diyor: “Yerçekimi gibi bir kanun var olduğu için kainat kendi kendini hiçten, yoktan yaratabilir ve yaratacaktır. Dünyamız fizik bilimi tarafından yaratılmıştır.” (The Great Design, Stephen Hawking) Aslında Filozof Stephen, Tanrı’yı tefekkürle bulmuş ama ona “fizik” adını vermiştir olay bu kadar basittir. (Mehmet Bahadır, Modern Bir Put: Bilim, Derin Düşünce, 4.5.2010)
Bilim yanılmaz mı? Kesinleşmiş bilgi var mıdır? Bilim dogma olabilir mi?
Bilimi adeta bir din gibi algılanışını ve kesinleşmiş doğru (dogma) olduğu savunulan bilimin inanç sistemi haline getirilişine biraz daha detaylı bakalım.
Cinlerin varlığı kabul edilse, psikolojik birçok rahatsızlığın tedavisi mümkün olabilecek, ruh’un varlığı kabul edilse tıp farklı bir bakış açısı kazanacak ve yeni tedavi yöntemleri geliştirilebilecekken, aksine, darwinist ve libido eksenli insan tanımı ve bunlardan hareketle ileri sürülen tedavi yöntemlerin insan doğası ile ne kadar uyumlu olduğu, günümüzde artan psikolojik sorunlarla net bir biçimde görülmektedir. Parapsikoloji, alternatif tıp, metafizik Avrupa, Rusya, ABD’de, kimi 50 kimi 100 senedir üniversitelerde kürsüsü kurulmuş birer bilim dalı olarak var iken, ülkemizde hâlâ bu konuları araştıranlara bilim dışı yaftası vurulmakta ve birçok konuda olduğu gibi bu konuda da dünyanın gerisinde kaldığımız görülmektedir. Alternatif tıbbı küçümsemek acaba ilaç firmalarının bir politikası mıdır? Tadavi edilen her hasta kaybedilen bir müşteri midir? Artık günümüzde ‘Bilim yalanlara da ortak edilmiştir.’ (Soner Yalçın, Saklı Seçilmişler, s. 72) ve teknoloji ile gıda senktörü dahil her alanda bu sömürü çarkı işlemeye devam etmektedir.
Bilimin amacı insanlığı doğruya, hikmete, güzele yönlendirmek olmalıdır ama şu an bilim; çıkar, ekonomi ve siyaset çerçevesinde, insanlığa hizmet amacının uzağında bir seyir izlemektedir. Bilimi ve ürünlerini inkar etme gibi bir niyetimiz tabii ki yoktur ama bilimin insanlık yerine bazı çıkar çevrelerine hizmet ettiği düşüncesi de asla göz ardı edilmemelidir ve bizim de karşı olduğumuz konulardan biri de budur! "Dinin yerine en yüksek zihinsel otorite olarak geçirilen akıldan" (Max Horkheimer, Akıl tutulması, s. 66) söz edilmektedir ki bu "Batı aklı, yalnız dünya işlerinden faydalanmaya dönük ve hayırlı insanlardan çok kötü insanların yararlandığı din dışı bir akıl." (Mustafa Sabri Efendi, Mevkıfu'l Akl, I/12) haline gelmiştir.
“Son yüz elli yıldır görünen şeylerden biri şu olmuştur; Bilim sosyo-kültürel ortamdan ve felsefi eleştiriden bağımsız bir statüye sahip değildir. Bilimin özcü yorumunun yüceltilmesi, sanıldıgının tersine bilime pek yarar da getirmemiştir. Tam tersine bilimin dogmatikleştirilmesine, bilimin bir tür dine dönüştürülmesine yol açmıştır. Özellikle uygulamalı bilimlerde politik yönlendirme ve baskı, günümüzde eskisine oranla çok daha fazla artmıştır.” (Doğan Özlem, Bilim Nedir? Ne Değildir? Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2, 7-18. 2001, s. 16) Paul Feyerabend açıkça, “bilim insanı, araştırmasını destekleyen kurumun dünya görüşüne uygun davranmak, onu desteklemek zorundadır.” (Feyerabend, Akla veda, s. 292) demektedir. Richard Lewontin de, "bilimin sosyal etkilere açık olduğunu, hakim ideolojilerden az ya da çok etkilendiğini söyler." (Richard C. Lewontin, Biology as Ideology, s. 9) ‘Bilim tarafsızdır’ iddiası hatalıdır. Çoğu araştırmanın neye yöneleceği ona para yatıranlarca belirlenmektedir. Ayrıca bilim adamları da yaşadıkları zamanın dünya görüşleri ve ideolojilerinin etkisi altında kalırlar. (Standen, s. 198)
Özellikle ateist ve evrimci yazarlar okuyucularını yönlendirmede çok mahirdir. Bu konudaki örnekler için, ‘evrim’ ve ‘ateizm yanılgısı’ başlıklı yazılarımıza bakılması yeterli olacaktır. Manipülasyon; başkalarının düşüncelerini çeşitli yöntemlerle ona hissettirmeden değiştirmeye çalışmaktır. Yeri gelmişken bir örnek verelim: Amerikalı tarihçi Merry E. Wiesner-Hanks: “İnsan eli alet kullanmak ya da yapmak üzere evrilmemiş, hali hazırda evrilmiş olduğu için alet kullanmıştır. Bu eli neden geliştirdikleri bilinmiyor, ancak buna alet yapmaya başlamalarından önce de sahip oldukları biliniyor.” (Merry, Kısa Dünya Tarihi, s. 19) derken aslında, ortada tam tersi bir delil olsa da konuyu yine evrimle irtibatlandırmaya çalışarak okuyucuyu yönlendirdiği görülmektedir. Aynı yazarın diğer bir açıklamasında tarih yazma sürecinin, ‘dahil eden ya da dışlayan bir seçme süreci’ olup, okuyucunun ‘tarih yazarlarının ön kabullerini ve bakış açılarını bilmeleri gerektiğinin’ (Merry, Kısa Dünya Tarihi, s. 6) altını çizmektedir.
“Bilim adamları "gerçeği" aramakta ve test etmekte olduklarını kabul etselerde, gerçekleri "üretmez" veya bilmezler. Bilim bir din veya inanış değildir. Dinler insanın varoluş nedenini, ruhunu, ölümden sonrasını, yaratana karşı adanmaları gibi konuları inceler. Bilim ise, "fiziksel olarak" algılanabilen evrenin kökenini, yapısını ve doğasını anlamaya/açıklamaya çalışır.” (Bilim Nedir? Ne Değildir? siirt.edu.tr/dosya/personel/bilim-tarihine-giris-2-siirt-2017330153315437.pdf)
Bilimin siyasallaştırılması
Bilim adamlarının “Ben kimim, nereden gelip nereye gidiyorum?” sorularına cevapları genellikle bilimsellikten uzak, ideolojik ve siyasi sınırlar içinde kalmaktadır. Bu da yetmez gibi bir de bilimi inanç haline getirenler vardır. Halbuki bilim daima ileriye doğru hareket halinde olan, devamlı ilerleyen ve değişen bir sürece sahiptir. Atomun tanımı eskiden “Parçalanamayan en küçük yapı taşı” iken artık günümüzde, nötron-proton-elektronlardan hareketle atom enerjisi üretilmektedir. Tıp ülser'e eskiden süt önerirken, şimdi özellikle kaçınılmasını tavsiye etmekte, önceden perhiz için sıcak su önerilirken şimdi tavsiye edilmemektedir. Eskiden terli iken su içilmemesi tavsiye edilirken şimdi ise önerilmektedir? Eskiden bilim adına dogmalarla (!) savaşanlar aslında birer Don Kişot mu idiler? Günümüzde bilim adına dogmatik görüşler savunanların yarın yanlış yaptıklarının ortaya çıkmayacağı ne malumdur? Newton’un yasalarını yerle bir eden Einstein yasaları ve şimdi eleştirilmeye başlanan Einstein’in görüşleri, en son deprem uzmanlarının birbirlerini basında “şarlatanlıkla” suçlamaya varacak kadar bilimsel temelde birbirlerine zıt ileri sürdükleri fikirler düşünüldüğünde, tüm bunlardan sonra bilimi bir inanç sistemi haline getirenler de durmadan kıblelerini değiştirmek zorunda kalmaktadır!
Bilim vardığı bazı sonuçları zamanla değiştirmekte olsa bile, iyi, güzel ve hikmete her geçen gün biraz daha yaklaşmaktadır. Din ise insanlığın araştırıp bulması için zaman ve çaba harcamalarına gerek kalmadan; İyi, güzel ve hikmetli olanların listesini bir kitap halinde insanlara sunar. Yani bilim hızla dine yaklaşmakta, dinin ileri sürdüğü fikirleri doğrulamakta, her emir ve yasağını tasdik etmektedir. Din, bilimin varacağı son noktada onu beklemektedir! Bu konuda ‘İslami emirler, yasaklar ve hümanizm’ adlı yazımızı tavsiye ederiz.
Deprem oldu, hocalar yine ikiye bölündü. Gökçeada merkezli 5.3’lük sarsıntı konusunda uzmanlar “iyi mi oldu, kötü mü?” sorusunda ikiye ayrıldı. Stres boşaldı, keşke bu büyüklükte onlarca olsa. Stresi boşalmadı. Tam aksine bölge aktif. (Akşam, 31.07.2013) Bilim insanları ikiye bölündü: Rekor sıcaklıklar iklim krizini hızlandırıyor mu? Bazı bilim insanları ekstrem hava olaylarının, iklim krizi tahminleriyle uyumlu bir şekilde gittiğini düşünürken bazıları bu görüşe katılmıyor. Okyanuslarda görülen sıcaklık rekorunun tahmin edilemediğini belirten bilim insanları, değişimin hızından endişe duyuyor. (Gazeteoksijen, 17.03.2024) Dünyanın en uzunu! Bilim insanları ikiye ayrıldı. Dünyanın en uzun nehri Nil'in yaşıyla ilgili tartışmalar sürerken yeni bir araştırmada, nehrin yaklaşık 30 milyon yıl önce ortaya çıkmış olabileceği bulgusu elde edildi. (Mynet, 13.11.2019) Bilim insanları ikiye ayrıldı! Koronavirüsün geçirdiği mutasyonlar, olası aşıyı etkisiz kılabilir mi? (Star, 17 Nisan 2020) Y kromozomu hakkında bilim insanları ikiye bölünmüş durumda. Yakın zamanda olmasa da bir grup bilim insanı Y kromozomunun tamamen kaybolacağını söylüyor. (Ulusal Kanal, 01 Kasım 2023) Venüs'te yaşam arayan bilim dünyası ikiye bölündü. Venüs'te bulunan fosfin, gezegende yaşama dair iz arayan bilim dünyasını ikiye ayırdı. (Sözcü, 13 Tem 2021) Bilim dünyası ikiye bölündü: Porno bağımlılık yaratıyor mu? (Independent 16 Aralık 2020) Bilim dünyasını ikiye bölen soru: Hayvanlar depremi önceden hissedebilir mi? (Sabah, 16.2.2023) Bilim dünyası şişmanlık konusunda ikiye bölündü. (Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknoloji Eki 18 Mart 2006) Bilim dünyası, hobbitlerin ayrı bir tür mü, Homo erectus'un torunları mı olduğu konusunda ikiye bölündü. (DW, 19.6.2013) James Webb Teleskobu'nun tespit ettiği bir gezegen, bilim insanlarını ikiye böldü. (Artı Gerçek, 8 Mart 2024) Bilim dünyası ikiye bölündü: 27 bin yıllık piramit bulundu. (Enson haber, 10.12.2023) Bilim dünyası ikiye bölündü: Venüs'te hayat var mı? (Finans Gündemi, 30 Haziran 2021) Bilim dünyası ikiye bölündü: Balıklar uyur mu? (GZT, 19 MART 2017) Bilim dünyası ikiye bölündü: Oumuamua muamması. (Sözcü, 2.7.2019) Her gün bir bira içmek sağlığa faydalı mı? Bilim dünyası ikiye bölündü! (Referans Türk, 10 Kas 2024) Bilim dünyası ikiye bölündü: Köpek mi, kurt mu? (Haber Global, 28 Kas 2019)
Hawking kara delikler konusunda yanıldığını itiraf etti. İngiliz teorik fizikçi Stephen Hawking, kendi geliştirdiği kara delik teorisinden 30 yıl sonra kara delikler konusunda yanıldığını itiraf etti. (DW, 27 Temmuz 2004) 'Einstein yanıldı!' Ünlü fizikçi “en şok edici keşfe” karşıydı. Albert Einstein, kendi neslinin en parlak zekası olsa da onun zekası bile yazar Elsie Burch Donald'ın 20. yüzyılın "en şok edici keşfi" olarak adlandırdığı kuantum teorisinin önemini fark edemedi. (Hürriyet, 13.09.2021) “Bilim insanları, İngiliz doğa bilimci Charles Darwin'in cinsel seçilim hakkında yanıldığını ortaya koydu.” (Şarkul Avsat, 22 Haziran 2021) Işık hızı aşıldı. Bilim dünyasında şok: Einstein yanıldı. Işık hızının saltanatı yıkıldı. Albert Einstein’ın izafiyet teorisine göre evrenin hız sınırı olan ışık hızı, nötrinolar adı verilen çok küçük kütleli parçacıklar tarafından geçildi. Nötrinolar, CERN’in Cenevre yakınlarında bulunan merkezi ile İtalya’nın başkenti Roma’nın doğusundaki Gran Sasso laboratuarı arasındaki 730 kilometrelik mesafeyi ışıktan yaklaşık altı kilometre daha hızlı bir şekilde kat etti. Işık hızı saniyede 299 bin792 kilometre458 metreye tekabül ederken, nötrinoların hızını saniyede 299 bin798 kilometreve454 metreolarak belirleyen fizikçiler hâlâ ölçüm aletlerine inanmakta güçlük çekiyor. (TV24, 25.09.20 1)
“Bilim adamları kafa karıştırdı. Yaşam uzayda başlamış olabilir.” (Sabah, 21.12.2001) Bu haberi ilk okuduğumda yazdığım yazının üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti ve şimdi bu yazıyı güncellerken sanala düşen en güncel haber: Rus ve ABD'li bilim insanları ‘kanıtladı.’ Yaşam, Dünya'ya uzaydan gelmiş ‘olabilir.’ (Sputnik Türkiye, 15.11.2023) Bilim insanları: Mars’ın oluşumuna dair yanılmış olabiliriz. Araştırmacılar, gezegenin düşündüğümüzden çok daha uzun bir süre önce oluşmuş olabileceğini söylüyor. (Indyturk, 13 Şubat 2020) Bilim Dünyası Ay’ın Oluşumu Konusunda Yanıldı mı? “Apollo 16’daki astronotların 1972’de getirdiği kaya örneklerine bir de bugünün teknolojisiyle bakan bilim insanları Ay’ın bugüne dek sanılandan çok daha genç olabileceği sonucuna vardılar. Hem de 200 milyon yıl kadar.” (VOA Türkçe, 18 Ağustos 2011) Uzmanlar yeşil çay hakkında yanıldı! Yapılan son araştırmalar, antioksidan deposu yeşil çayın meme kanserine karşı korumadığını ortaya koydu. Daha önceki araştırmalarda, hayvan ve insan hücreleri üzerinde olumlu etkileri ortaya çıkan sonuçlara dayanarak açıklama yapan bilim insanları, sıcak yeşil çay içilmesi tavsiyesinde bulunmuştu. (Basından, 03.11.2010) Bilim adamları yanıldı! Bilim adamlarının kuyruklu yıldızlar ile ilgili bilgileri yanlış çıktı. Kuyrukluyıldızların Güneş Sistemi dışında oluştuğuna inanılıyordu. Science dergisinin son sayısında yayımlanan makaleye göre, Stardust uydusunun 15 Ocak'ta yeryüzüne getirdiği kuyrukluyıldız tozlarını inceleyen uzmanlar, kuyrukluyıldızın Güneş Sistemi'ndeki diğer gökcisimlerinden pek farklı yapıda olmadığını saptadı. (CNN Türk, 15 Aralık 2006)
1880 ve 1990’larda kokaine çok değer verilirdi. Papa Leo XII, Sigmund Freud, Jules Verne, ve Thomas Edison gibi birçok ünlü isim tedavide kullanımını önerdi. 1914’de uyuşturucu olarak sınıflandırıldı. Coca-cola orjinal olarak kokain içermekteydi ve 1888’de ‘‘yorgunluğu geçiren içecek’’olarak reklam yapıyordu. Coca-cola daha sonra kokaini içeriklerinden çıkarmış ve yerine kafein koymuştur. (E. Umut Yıldız, İzmir’de liselerinde sigara, alkol, madde kullanım yaygınlığı, hazırlayıcı ve koruyucu faktörler, doktora tezi, 2009, s. 29) Kokainli diş ağrısı ilaç tanıtım reklam broşüründe çocuk resimleri kullanılmıştı. (upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/98/Kokain_%28Cocaine%29_reklam_bro%C5%9F%C3%BCr%C3%BC.jpg)
Devlet 1932’ye kadar eroin üretip sattı. Burada 1933’e kadar dünyanın en kaliteli eroinini yasal olarak üreten bir fabrika varmış. Meşhur Bayer ilaç firması, 1897’de mucize bir ilaç keşfetti. İlacın etkilerini tam anlamak için, ilacı damarına enjekte eden bir mühendis, “Kendimi kahraman gibi hissediyorum” deyince, adını kahraman manasında Heroin koydular. “Eroin, eczanelerde aspirin gibi satılmaya başlandı.” Tıpkı “bir dönem ecstasy’nin eczanelerde zayıflama hapı olarak satıldığı” gibi. Koskoca Freud, nane-limon yazar gibi reçetelere kokain yazdıktan sonra... Devlet artık resmen eroin satıyordu. Sonra bu tekel, 1937’de, Toprak Mahsulleri Ofisi’ne dönüştürüldü. (Hürriyet, 14 Kasım 2009) “8 cm'lik karides, bilimi çürüttü Bilim adamları buzulların altında yaşam olmayacağını iddia ediyordu. Ama bir karides ve deniz anası bilimi şaşırttı.” (Habertürk, 2.4.2010) “Bilim adamları yanıldı! Vücuttaki kan ve doku hücrelerinin DNA’ları birbirinden farklıymış.” (AA, 17.7.2009) 1897'de Almanya'daki Bayer laboratuarlarında kanser ve tüberküloz hastaları için "ağrı kesici" olarak hazırlanan "eroin hidroklor", dehşet verici yan etkileri farkedilince onu ilaç olarak reçetelere yazan hekimler tarafından derhal terkedildi. Ancak iş işten geçmiş ve "şeytanın tozu" hapsedildiği şişeden kaçıp halkın arasına karışmayı başarmıştı bir kez. (Yeni Şafak, 9 Şubat 2003) Bir zamanlar ‘Bilimsellik’ adına savunulan, günümüzde adliyelik olay olarak kabul edilmektedir!
İlaçta Paraben şoku! Kansere neden olduğu iddia ediliyor! Ağrı kesicilerde, antibiyotiklerde, diş macunlarında bulunuyor! Fransa'da, gıda ve ilaçlarda bakteri oluşumunu engellemek için koruyucu olarak kullanılan ancak kanserojen etkisi bulunduğu için yasaklanma noktasına gelen 'Paraben' maddesinin yüzlerce ilaçta olduğu ortaya çıktı. (Habertürk, 25.05.2011)
En sık kullanılan diyabet hapına Avrupa'da yasak. En sık kullanılan diyabet hapına Avrupa'da yasak. Avrupa İlaç Kurumu, ilacın hastalarda kalp krizi ve inme gibi yan etkilere neden olabileceği sonucuna vardı. (BBC, 24 Eylül 2010) 40 yıllık 'prostat hatası' tıbbı böldü. Prostat kanserinin erken teşhisinde 40 yıldır uygulanan PSA testini bulan ABD'li doktor Albin "Hataydı" itirafında bulundu. Tıp dünyası bu sözlerle iki kutba ayrıldı. Sabah, 40 yıllık 'prostat hatası' tıbbı böldü Prostat kanserinin erken teşhisinde 40 yıldır uygulanan PSA testini bulan ABD'li doktor Albin "Hataydı" itirafında bulundu. Tıp dünyası bu sözlerle iki kutba ayrıldı. (Sabah, 19.3.2010) Tıp dünyasının doğru bildiği büyük yanlış. 20. yüzyılın başlarındaki teoriye göre bağışıklık sistemi kanserli hücrelere karşı mücadele ediyor. İşte bu doğru sanılan teori yanlış çıktı. Şimdi, teorinin aksine, kanserli hücrelerin çoğalmasının başlangıcında, bağışıklık sistemi tarafından korunduğu belirlendi. Vücudun bağışıklık sisteminin, tümörün ilk oluşum safhasında kanserli hücreleri tespit edip onları koruduğu bildirildi. The Journal of Clinical Investigation adlı dergide dün yayımlanan araştırmada, 20. yüzyılın başlarındaki teorinin aksine, kanserli hücrelerin çoğalmasının başlangıcında, bağışıklık sistemi tarafından korunduğu belirtildi. (Hürriyet, Ağustos 10, 2009) Eski antidepresanlar kalbi etkiliyor. İngiliz bilim adamları, İskoçya'da yaklaşık 15 bin kişinin katılımıyla yapılan araştırmada, eski nesil ilaçlar arasında yer alan, Norpramin gibi trisiklik antidepresanların, kardiyovaskiler rahatsızlığa yakalanma olasılığının yüzde 35 oranında artmasıyla bağlantısı bulunduğunu bildirdi. (Star, 02.12.2010) Thalidomide Faciası. Tıp Tarihindeki En Korkunç İhmal! Thalidomide, Contergan ve Thalidomid gibi isimler altında satılan, günümüzde başta çoklu miyeloma olmak üzere çok sayıda kanserin tedavisinde, graft-versus-host hastalığının tedavisinde ve cüzzam da dahil bir dizi deri hastalığının tedavisinde aktif olarak kullanılmaktadır. Bu ilaç, daha ziyade Thalidomide Faciası olarak bilinen, ilacın yeterli test olmaksızın kullanılması sonucu binlerce bebeğin ölümüne ve gelişim sorunlarıyla doğmasına neden olmasıyla anılmaktadır. (Evrim ağacı 6 Mart 2019) 1939’da, Nobel Tıp Ödülü'ne de layık görülecek olan İsviçreli kimyager Paul Hermann Müller tarafından keşfedilen DDT, sivil ve askerler arasında da kullanılır. 1970'li yıllarda ABD ve Avrupa'da daha sonra da ülkemizde yasaklanmıştır. “Ancak, Dünya Sağlık Örgütü sıtmanın kontrol altında tutulması için hâlâ DDT kullanılmasını öneriyor.” (BBC, 28 Ocak 2014) Tıp dünyasını sarsan tartışma: Kanser değil, tedavisi mi öldürüyor? Kanser cinayetleri. Gazeteci-yazar Yaşar Gören, kanser tedavisi için yapılan kemoterapi, radyoterapi gibi uygulamaların kanserden daha ölümcül olduğunu anlatan bir kitap yazdı: Kanser Cinayetleri. İşte bu kitapla birlikte tıp dünyasında büyük bir gümbürtü koptu. (Formsante, 07/05/2010) Yandınız, güneşçiler! Prof. Tuğrul Dereli: Dik gelen güzeş ışınlarına çıkmayın." Dr Ümit Aktaş: "Güneş tam tepede iken güneşlenin." İki uzman taban tabana zıt konuşuyor. (Sabah, 24.7.2017) 4.4'lük deprem uzmanları da böldü. Deprem uzmanları da 4/4'lük bölündü. Ahmet M. Işıkara: Deprem riski büyük. Ş. Üşümezsoy: Deprem olmayacak. A. Ercan: 3-5 gün önceden depremi bileceğiz. O. Gündoğdu: Deprem hepimizi ters köşeye yatırabilir. (Habertürk, 5.10.2010) Kolesterol savaşında bilim adamları ikiye bölündü. Tıp dünyası ikiye bölündü. Çok kilolluların ölüm riski daha az mı? (Basından, 3.1.2013) DNA sarmalını keşfeden Nobel Ödüllü ünlü biyolog James Watson, daha önce kansere karşı önerdiği brokoli gibi antioksidan içeren gıdaları çok tüketmenin kansere yol açtığını iddia eder (Milliyet, 10.01.2013) ama ünlü hastane zincirine göre ise durum tam tersinedir: Brokoli, kanserle mücadelede etkili olan süper yiyeceklerden biridir. (Medicalpark, Kansere İyi Gelen 10 Yiyecek!) Dr Ela Çabuk, Dr. İlker Erdoğan: “Amalgam dolgunun içerdiği cıva, sağlığa zararlı bir zehirdir; sinir ve sindirim sistemi, bağışıklık sistemi, akciğer ve böbreği etkiler. Ağız içindeki amalgamlar korozyona uğrar. Uzun yıllar ağzının içinde amalgam dolgu olan kişiler incelendiği zaman kanlarında yoğun miktarda metal yani cıva olduğu tespit edilmiştir, buda pek çok hastalığa davetiye çıkarmaktadır. Ağır metal birikimi kişiyi ölüme kadar götürebilir.” Dün ilaç olan bugün zehir ilan edilmek üzeredir!
Yumurta aklandı, artık rahat rahat yiyebilirsiniz. 40 yıl önce söylediği 'Yumurta yemeyin uyarısından dolayı özür dileyen Prof. Bingür Sönmez Balçiçek Pamir’e konuştu. “40 yıl insanlara yumurta yememelerini çok kesin bir şekilde emrettik. Hatta pastanın üzerine sürülen yumurtanın bile zararlı olduğunu anlattık. İnsanlar o kadar histerik oldular ki bana telefonlar gelirdi; ‘’Doktorcum dün bir pasta yedim üzerinde biraz yumurta vardı. Şimdi kalbim biraz ağrıyor, acaba ondan mı?’’ diye. Bu derecede histerik yaptık insanları. Çünkü bilim adamları hep zararlı olmadığını söylemişler. Ben şimdi geriye dönüp araştırdıkça bunu görüyorum.” (Habertürk, 2.12.2008) Bilim adamlarından tereyağı ve sütle ilgili şok itiraf 'Tereyağı kalbe zararlıdır' görüşünün aslında net bir bilimsel kanıtının olmadığı belirlendi. İngiliz Daily Mail gazetesinin yayınladığı bir haberde yaklaşık 30 yılı aşkın süredir söylenen 'Tereyağı kalbe zararlıdır' görüşlerini yalanlayan ayrıntılara yer verildi. insanlara yıllardır toplam besin alımı içindeki yağ tüketiminin yüzde 30'unu, doymuş yağ tüketiminin de yüzde 10'unu kısıtlamaları söyleniyordu. Milyonlarca insan da bu tavsiyelere dayanarak yıllardır, tam yağlı süt, peynir gibi ürünlerden uzak dururken, kolesterol düşüren ve yağı azaltılmış besinlerden oluşan bir ürün yelpazesi yaratıldı. (Sözcü, 10 Şubat 2015)
Bilim kutsal bir inektir!
Bilim, bilimsel olarak elde edilen bilgilerin tümüdür. İlk adım gözlemdir. Bir dizi gözlem bir araya toplanır ve bilim adamı kendisiyle bir müzakereye girerek hipotezini kurar. Bu gözlediği verilerin şu ya da bu şekilde bir açıklamasıdır. Hipotez, bir tür tahmindir. Sonraki aşamada 'Eğer hipotezim doğruysa o zaman şu deneyi yaptığımda bu sonuca ulaşmam gerekir’ diye tahmin yürütülür. Son aşama, uygun deneyi yapmak ve hipotezi sınamaktır. Eğer deney yanlışsa hipotez tamamıyla reddedilir, doğruysa hipotez geçici olarak kabul edilir ve hipotez sürekli olarak deneylerle sınanır. Ancak çok kuvvetli teoriler bile yanlış çıkabilir. (Standen, s. 21) Modern bilim Gelileo ve Newton'la başlamış ve o zamandan beri hızlı bir şekilde ilerlemiştir. Einstein ve Bohr gibi bilim adamlarıyla korkunç bir ivme kazanmıştır. Ama aynı hikaye alçaltıcı ters bir dille de anlatılabilir. Eğer bilimin doruğu atom hakkında şimdi bildiklerimiz ise, on yıl önce bilinenlerin kesinlikle kusurlu olması gerekmektedir. Çünkü bilim o zamandan bu zamana kadar büyük aşama kaydetmiştir. Yirmi yıl önce bilinen daha da kusurluydu, 50 yıl öncenin biliminde bilinmeye değer çok az şey vardı. Biraz hayal gücü kullanarak bundan 20 ya da 30 yıl sonra bilimin ne hale geleceğini sorabiliriz. (Standen, s. 24) Bir zamanlar ise bilimin, geleneksel dini inançların yerine geçeceğine yani kavram ve düşünceler arama yolunda bir sorumluluğu olduğuna inanılırdı. Berhelot, “dinin yerini bilimin aldı” dediğinde yıl 1901 idi. Zamanımızda bilimi büyük kutsal inek olarak gören kimseye rastlanmaz oldu, en azından bu sayı epey azaldı. Bir bilimsel yaklaşım örneği: Adamın biri pazartesi günü viski soda içerek sarhoş olur, Salı günü konyak ve soda içerek sarhoş olur, Çarşamba günüde cin ve soda içerek. Ortak payda, soda! Bilimsel sonuç; Soda sarhoş eder! (Standen, s. 19) Astronomi de bir bilimdir ama yıldızlarla deney yapmaya imkan yoktur. (Standen, s. 21) Tarih bilimi de deneysel değildir. Yine bilimin de yapabilecekleri de sınırlıdır. Bilim, cinlerin olmadığını kanıtlayabilir mi? Hadi ortaya bir soru daha atalım: İki nokta arasındaki en kısa mesafe doğru bir çizgi midir? Söyler misiniz bana Amerika ile Türkiye arasında direk bir doğru çizgi çizebilir mi? İlginç değil mi, evrende her gök cismi 'daire' şeklinde yol almaktadır!
19. yüzyıl'daki "bilimsel" birçok iddia artık çöplükte değil midir? O zamanın havalı bilim adamları şimdi arkalarından gülünen birer eski teorisyen haline gelmemişler midir? ‘Atom mu, parçalanamayan en küçük yapı taşı’ idi! E ama atom parçalandı! 19. yüzyılın şaşaalı günlerinde fizikçiler her şeyin kurallara uygun hareket edeceğine inanırdı. Doğanın yasaları keşfedilecek ve her şeyi görmek mümkün olacaktı. Yıldızlar, paylarına düşeni yapıp hep birlikte yerçekimi yasasına uydular. Işık dalgalardan meydana geliyordu ve bunlar oldukça iyi anlaşılıyordu. Elektrik biraz daha belalıydı ama yasalarının çoğu bulunmuştu ve geri kalanı da zamanla keşfedilecekti ve doğanın bütün yasaları bulunduğunda, gerekli verilerin de yardımıyla, her şeyin sırrı çözülecekti! Eğer evrendeki bütün maddenin her atomunun pozisyonunu, hızını ve belki birkaç şeyini daha bilebilseydik, sistemin tümünün bütün geleceğini öngörmek de mümkün olacaktı! Bu inanca determinizm denmektedir ve 19. yüzyılın sonuna kadar oldukça da rasyonel görünüyordu. Ama yüzyılın dönümünde geliştirilen kuantum teorisi, onu temelinden sarsmış ve o zamandan beri fizik, kendine duyduğu pişkin güvenin çoğunu kaybederek büyük bir aşama katetmiştir. (Standen, s. 53) Bilim adamlarının idolleri bir totem kazığı gibi birbirinin üzerine dizilseydi, en tepedeki ölçüm adı verilen sırıtkan bir fetiş olurdu. Hem kimyacı hem fizikçiler ölçümün önünde eğilip ona taparlardı. Oldukça doğru bir saptama yaparak bütün fiziksel bilimlerin sadece özenli ölçümlerle ilerleyebileceğini söylerler. Hemen herkes fizikteki herhangi bir şey hakkında kapalı, nitel ve kesin olmayan bir açıklama getirilebilir ama bu nicel bir sınavdan geçtiğinde çökmeye mahkumdur. (Standen, s. 58)
Işık hızı saniyede 300.000 idi. Ama son yıllardaki araştırmalar 300.000*300 rakamına işaret etmektedir. (NTV, 29.6.2000) Uzun yıllar devam eden durağan evren modeli, 2 bin yıllık Öklid geometrisinin yetersizliği, peşinden yıllarca koşulan "eter"in elden uçup gitmesi. Bir dönem bölünemeyen en alt parça olarak adlandırılan "atom"un, aslında daha alt parçacıklar olan proton, nötron ve elektronlardan oluştuğu anlaşıldığında yaşanan irkilme! Ardından proton ve nötronların da aslında temel yapı olmadığı, onların da kuarklardan oluştuğunun anlaşılması! Özetle, bilime yeniden bilimsel bir yaklaşım gerekmeklidir. Şüpheciliğin, bilimin bizzat kendisine uygulanması akıl ve bilimin bir gereğidir. Bilimin varmış olduğu son nokta aslında ilerde varacağı yeni ve farklı bilimsel kanunların ilk adımıdır. Kısaca bilimde kesin ve son yoktur.
Bilim adamları, ‘bilimin henüz yapamadıkları-bulamadıkları’ konusunu düşünüp tevazu ile başları önde yürüyeceklerine, geriye bakıp bilimin geldiği şu anki aşamayı kendilerine mal edip kibir ile yollarına devam etmektedir. Ayrıca “bilimin insana neler yapabileceği düşüncesi de korkunçtur. Atom enerjisi, radyoaktif gazlar, biyolojik virüsler gibi birçok bilimsel araştırmanın hedefini, doğruluk derecesini ve doğruluk neticelerini ancak ona maddi destek veren çevreler belirlemektedir. Ayrıca, ‘hiçbir bilim adamının yaşadıkları zamanın dünya görüşlerinin ve ideolojilerinin etkisi altında kalmadığı’ da asla iddia edilemez. Sartre, “Atom bombasının silah olarak mükemmelleştirilmesi için çalışan bilim adamlarına aydın diyemeyeceğim.” demektedir. (J. Paul Sartre, Aydınlar Üzerine, s. 12) Bilim diye ortaya çıkan birçok buluşun insanları ‘hafiften delirttiği’ de gerçek değil midir: Telefon, televizyon, aşı, vitamin hapları gibi.
Bir durumu ölçerken, mesela bir kuantum parçacığını ölçerken hem hızını hem de konumunu aynı anda ölçmek mümkün değildir. Diyelim ki konumu ölçülebilmektedir ve bilgi edinme kesinliği çok fazladır. Bu kesinlik ne kadar fazla artarsa, hızın belirsizliği o kadar da artar. Bu da şu anlama gelir ki, hiçbir zaman maddenin gerçek bilgisine sahip olamayacağız!
Bilim kanıtlanmış bilgidir ama o kanıtlanmış bilgi her zaman bir başka kanıtlanmış bilgiye terk edebilir yerini. Nitekim bunun binlerce örneği vardır. Demek ki bilim de, “mutlak bilgi” değildir. Zaten ‘mutlak’ olduğu kabul edildiği gün bütün gelişmeler durur. Varsayımlara dayalı hipotezler ise, doğrulandıklarında o ana kadar ”meçhul olanı kavramamızı” sağlar. Üstelik bir hipotez, diğer bir hipotez onu yanlışlayana dek geçerlidir. İnanç: Şüphe ettiğine araştırarak ulaşamıyorsan ”Onun yine de o olduğuna” inanmak ise, her bilim, kesin doğru olana dek inanç değil midir ki, o kesinleşenin de yanlış olduğu zamanla ortaya çıkacaktır! Herhalde “akıl ile her şeyin keşfedileceği” iddiasının şimdiye kadar doğrulanmamış başka bir inanç olduğu anlaşılmıştır.
Harward tıp fakültesinde beyin üzerine çalışan bir bilim adamının yazar Cüneyt Ülsever'e söylediği şu cümle üzerinde biraz düşünmemiz gerekir. "Ben tıp bilimine bir tanrı tanımaz olarak başladım. Ancak hâlâ beynin ne menem bir şey olduğunu %8-%10 biliyoruz. Beyine düşünmeyi sağlayan mekanizmanın ise katiyen farkında değiliz!" Bu tıp adamı artık dinleri incelemeye başlamıştı. Bilim felsefesine merak salınca da, zaten bilimin de yola bir takım varsayımlarla ve doğru olduğu kabul ettiği bulgularla çıktığını, sadece aynı koşullarda aynı sonucu almanın peşinden koştuğunu bilmek de aslında bir inanca işaret etmez mi? (C. Ülsever, Teneke Evin Torunu) Ya bilimde ”tesadüfe” yer olduğunu iddia edenlere ne demeli? İşte darwinizm. Karl Popper, "Darwin kuramı sınanabilir olmadığı için bilimsel değildir, sahte bilimdir. Metafizik bir şeydir." sözü de bir kenara not edilmelidir. (Popper, Unended Quest: An Intellectual Autobiograph, s. 168; Tuncer Bulutay, Bilimin Niteliği Üzerine Denemeler, s. 64) Popper, ‘bilimsel önermelerin dogmalara dönüşmemesi gerektiğini de’ ifade etmektedir. (Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 117)
Gerçek bilim adamı kendisine şu soruyu sormalıdır: Bilim, geliimini nereye kadar devam ettirebilecektir? Şu anki bilim hangi aşamadadır? İnsanlık tarihi buna yetecek midir, yeterse vardığı yer neresi olacaktır?
Bilim vardığı birçok sonucu değiştirip yerine bir yenisini koyuyorsa da, uzun vadede kainatın gerçeklerine biraz daha yaklaşarak yoluna devam etmektedir. Kainatın gerçeklerini açıklayan ise dindir. Aslında bilim; Allah'ın evreni yaratış sırrını çözmek vev O’nun yaratışını anlama sanatıdır. (Hasan Özalp, Bilim-Din İlişkisinde Uzlaşmacı Yaklaşımlar, s. 29) Bilimin amacı, Allah'ın kainatı yarattığı dili çözmek olmalıdır. Bilim adamlarının amacı zamanla değişecek ve adına bilim denilecek kısa dönemlik keşiflere tapınmak değil, Allah'ın kainatı yaratırken koyduğu kuralları açıklamak olmalıdır. “Bilim ve din birbirine destek sağlayabilir. Bilim, dinin evrene ait metafizik sorulara verdiği cevaplardan faydalanabilir. Din ise, bilimsel araştırmaların 244 ortaya koyduğu argümanlardan Tanrı tasavvuru ve sıfatlarıyla ilgili konularda faydalanabilir. Yapılacak en temel şey bilimi ve dini dikotomiler gibi sunmamak ve bilimi ideolojiden dini ise hurafelerden ayırmaktır. Aynı zamanda bilimi, bilim insanlarının ideolojilerinden, dini ise teologların görüşlerinden ayırmak gerekir.” (Hasan Özalp, s. 244)
Andre Vayson de Pradenne’in ‘Prehistorik Arkeolojinin Sahtekarlıkları’ isimli kitabında sıraladığı arkeoloji tarihine geçmiş pek çok sahtecilik örneğiyle de sınırlı değildir bilimsel aldatmacalar. Bilim dünyasında günümüzde de şarlatanlar çıkabilmektedir. Hileli laboratuvar fareleriyle deney yapan bir Amerikalı immünolog, fosillere makyaj yaparak bilime katkıda bulunan (!) Japon bir paleontolog, deneylerini kaçakçılığa alet edebilen Alman bir fizikçi ya da klonlama alanındaki sahte süper deneyleriyle ülkesinde milli kahramana dönüşebilen Koreli bir biyolog olarak karşımıza çıkabiliyor bu sahtekarlar. (Birol Biçer, Aktüel dergisi; T24, 14 Aralık 2008)
“Bilimperestlerin Yanılgıları. Bilimi “kutsal bir rehber” kabul edip her problemi çözen tek ve süper bir güç olarak benimseyenlerin (C. Şengör, Newton Neden Türk Değildi?, s. 122) başında gelenlerden olan Prof. Dr. Celal Şengör’ün “dindarlar üniversitelere alınmasın” önerisi, gündeme geldiğinden beri eleştiriliyor. Jeoloji/yer bilimi profesörünün “din, bilime dayandırılamaz” kuralından, “dindarlar bilim yapamaz” gibi vahim bir sonuç çıkarmasının yanlışlığı, zaten ayan beyan ortadadır. Ama aslında bundan da ileri gitmek ve sayın Şengör ve onun gibi düşünen “bilimperestlerin” dünya görüşünü biraz kurcalamakta yarar var. Şengör, “Din, belirli dogmalar çevresinde kurulmuştur. Bilim ise sürekli olarak gerçeği arayan bir düşünce sistemidir” diyor. Yani bilimin salt “somut gerçekliğe” dinin ise sırf “inanca” dayandığını ileri sürüyor.” Oysa bakın dünyanın önde gelen astrofizikçilerinden biri olan Arizona Eyalet Üniversitesi öğretim üyesi Paul Davies, 24 Kasım 2007 tarihli New York Times’daki makalesinde bu konuda ne demiş: “Bize sürekli bilimin dünya hakkındaki en güvenilir bilgi kaynağı olduğu, çünkü test edilebilir hipotezlere dayandığı, dinin ise inanç üzerine kurulduğu söylenir. Bu ayrımdaki sorun şudur ki, bilimin de kendi inanç-bazlı iman temeli vardır. Tüm bilim, doğanın rasyonel ve anlaşılabilir bir düzene sahip olduğu varsayımı üzerinden işler. Eğer evrenin anlamsız karmaşalar ve keşmekeşlerle dolu olduğunu düşünseydiniz, bilim adamı olamazdınız.” Prof. Davies, bundan şu sonuca varmış: “Dolayısıyla hem dinin hem de bilimin temelinde inanç vardır: Her ikisi de evrenin dışında bir şeyin varlığını kabul eder: Ya açıklanamayan bir Tanrı’yı, ya da açıklanamayan doğa kanunlarını.” Bu gerçek, bir “bilimci” ile bir “dinci” arasında aslında bir “inanç dozajı farkı” olmadığını gösteriyor. Elbette eğer “dinci”nin inandığı dinin öğretileri fiziksel veya sosyal gerçekliği görmesini engelleyecek katılıktaysa, ortaya ciddi bir dogmatizm sorunu çıkar. Ama bir “bilimci” de alabildiğine dogmatik olabilir. Sovyet tarımını “diyalektik materyalizm”e göre çarpıtıp mahveden Trofim Lysenko veya Prof. Şengör’ün “Erke”cilik oynayan ideolojidaşları gibi. Bu, Türkiye’deki “bilimperest”lerin göremediği gerçeklerden biri. Bir diğeri de, bilimin bize öğretebileceklerinin sınırı ile ilgili. Prof. Şengör bilimi sınırsız görüyor. Hatta “bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi kaynağı yoktur” diyor. Bu, vahim bir yanılgıdır. Başka her şeyden önce bilimin kendi disipliniyle çelişir. Çünkü bilimin yöntemleri deney ve gözlemden ibarettir. “Bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi kaynağı yoktur” önermesini ise ne deney ne de gözlem yoluyla test edemezsiniz. Bu, ‘felsefi bir iddiadır.’ Nitekim zaten Prof. Şengör de dayanak olarak bir felsefeci olan Bertrand Russell’a başvurmuş. Gerçekte insanlığın bilimden başka daha pek çok “bilgi kaynağı” vardır. Örneğin ben “insanlara adaletli ve merhametli davranmak gerekir” önermesinin doğru olduğunu biliyorum. Beni buna ikna eden hiç bir fizik kanunu, kimya formülü veya biyoloji teorisi yoktur. Hatta “bilimperestler”in pek sevdiği bazı biyoloji teorilerinin sosyal uyarlamalarına, örneğin Sosyal Darwinizm’e bakarsak, adalet ve merhametin çok aptalca şeyler olduğu sonucu çıkarılabilir. Ama “vicdan” (sezgi), “gelenek” ve Prof. Şengör’ün hiç hazzetmediği anlaşılan “vahiy” gibi bilgi kaynakları, beni söz konusu değerlere inandırıyor. Aslında dünya tüm bunları, göreli ve kaba pozitivizmi aşalı çok zaman oldu. Sorun, bizim bilimperestlerin fanus içinde yaşamasında.” (Mustafa Akyol, Star, 6 Şubat 2008)
Rektörler bir bilim kilisesi mi oluşturmak istiyor?
“Türkiyedeki üniversitelerin devlet denetim organı YÖK"ün bünyesinde bulunan rektörlerin ve yakın arkadaşlarının bilim, din, vahiy konularında yaptıkları açıklamalardan anladığımız kadarıyla bilimi bir din gibi algılamaktadırlar. Abartısız Rusya, Küba, Çin dahil dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir bilim adamları prototipleri yoktur. Aguste Comte pozitivizmi sosyoloji alanında uygular ve ona göre determinist ilkelere göre zorunlu olarak insanlığın ortak dini olacak ve dolayısıyla vahye dayanan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi dinler insanlığın tarihi serüveninden silinecektir. Bu görüş özellikle sol ve ateist aydınları derinden etkilemiştir. Zaten Marksist bilim adamlarının düşünme biçimi de öyledir. Ona göre de din kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Zira din insanlığın afyonudur. YÖK"ün özellikle Kemal Gürüz, Erdoğan Teziç, Celal Şengör gibi bireylerin tarihsel ve toplumsal olaylara, dolayısıyla dine, dile sanata kültüre ve bilime yaklaşım biçimi çok fazla bilimsel çalışmalarla ilgilenmeseler de pozitivist-marksist bir mantaliteye dayanır. Pozitivist dinin kafirleri teist’lerdir (yani inananlar) ve onlar keşke mümkün olsa da pozitivist tapınaklarda büyük rahip Auguste Comte"un başkanlığında pozitivist engizisyonda yargılanıp pozitivist cehennemde layık oldukları şiddetli azabı tatsalar. Allah"a inanan adamdan bilim adamı olmaz. Çünkü o apriori, önsel olarak Allah"a inandığı için dogmatiktir. Maalesef bu zihniyet Abdullah Cevdet Nurullah Ataç gibi bireylerle sosyo-kültürel alanda tam bir pozitivizm, kamusal alanda ise Sovyetik tipi bir laiklik uygulaması yerleşti… Bizim bilim adamlarımız, kendilerinin savunduğu akıl, deney, özgür düşünce olgularının aksine üniversitede görevlerinin "Kemalizm"i" savunmak olduğunu söylüyorlar. Zira onlara göre Kemalizm, yeryüzünde hakikatin, gerçeğin kendisidir. Ki bu Kemalizm denilen düşünme biçiminin cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk"le hiçbir alakası yoktur. Zira özgün yazılarının ve söylevlerinin yer aldığı "nutuk"ta böyle bir düşünce mantalitesi yok. Bu kavram daha çok 1940"lı yıllardan sonra mantıkçı-pozitivizme prestij eden, devlet düzeyinde laikliği Tanrıyı yeryüzünden kovma harekatı olarak algılayan Sovyetik tipi laisizmi savunan, elitist, jakoben bireyler tarafından ortaya atılmış ve içeriği doldurulmaya çalışılan bir kavramdır. Tam anlamıyla bir rekonstrüksiyondur. Türkiye"de bilim siyasallaşmıştır… 19. asrın ikinci yarısında öklitçi olmayan geometriler ortaya çıktı. Labochevsky (1793-1856), doğru çizgiyi değil, iki nokta arasında bir eğriyi kabul ediyordu. Rieman ise üçgenin iç açıları toplamının 180 dereceden fazla olduğunu söylüyordu. Yine aynı dönemde Newtoncu paradigmanın aksine bilimsel bilgiyi mutlaklaştıran, bilim kilisesine dönüştüren pozitivizm ve onun uzantısı siyantizm (bilimi kutsallaştırmak) anlayışına karşı bilimin yapısını eleştiren felsefeler ortaya çıkmıştı. İşte bu göreli/göreceli (relativist) anlayışlar fizikçi Einstein"in (1878-1955) "özel ve genel relativite" teorilerini ortaya atmasına yol açtı. O, zaman ve mekanın rölatif olduğunu, mutlak eş zamanlılık olmadığını kabul ettirdi. Max Planck (1850-1947) 1901’de "Planck Sabitesi" denilen değişmez sayıyı keşfetti. Niels Bohr (1883-1962) 1913’te bugün de geçerli olan "atom modeli"ni çizdi. Louis de Broglie (1891-1977) dalgalar mekaniğini kurdu, ışığın ve sesin dalga dalga yayıldığını ortaya koydu. Werner Heisenberg (1901-1977) atomların iç dünyasında "kesinsizlik" (incertitude) olduğunu ortaya koydu. Ona göre hareket halindeki bir elektronun yerini tam olarak tespit etsek, hızını tespit edemiyoruz, hızını tespit etsek yerini tespit edemiyoruz. Elimizdeki cihazlar çok mükemmel de olsa sonuç değişmez. Böylece Heisenberg klasik fiziğin sıkı sebep-sonuç ilişkisinin burada geçerli olmadığını, olayların ihtimal bağı ile bağlı olduğunu ortaya koydu. Böylelikle doğa bilimlerinin dayandığı determinizm ilkesi sarsıldı. 1950"li yılların sonunda hücrede keşfedilen RNA, DNA denilen bilgi yüklü parçacıklar, biyolojiye dayanan yeni bilgi teorisi geliştirilmesine yol açtı. Peki, felsefe düzleminde ne oldu, fizik bilimlerdeki bu pozitivist çöküş elbette bilim felsefesini etkiledi. Karl Poper (1902-1994) "doğrulanabilirlik" ölçütüne karşı "yanlışlanabilir" ölçütünü seçenek olarak ileri sürdü. Ona göre hiçbir önermenin- bilimsel olsun, olmasın- doğruluğu mutlak olarak ispatlanamaz, metafizik, estetik ve etik önermeler için de doğrulayıcı deliller getirilebilir. Popper"in bu devrimci çıkışının yanında üç önemli gelişmeye işaret etmek gerekir. N. H. Hanson, geleneksel emprisizm"in temel varsayımı olan bilimin gözleme dayandığı tezine karşı çıkmıştır. Ona göre gerek bilimde, gerek günlük hayatta nesne ve olguları olduğu gibi algılayamıyoruz. Yani gözümüze yansıyan şeyle gördüğümüz algıladığımı mutlak olarak aynı şeyler değildir. Örneğin suda doğru bir çubuğun eğri görünmesi gibi... Zira deney ortamı bireyi bazen yanıltabilir. Thomas Kuhn ise (1922- 1962) yayınladığı "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" (The Structure Of Scientific Revolutions) adlı eseri ile bilim dünyasında yeni bir dönemin açılmasını sağladı. Kuhn"un bilim anlayışında, pozitivistlerin ve mantıkçı pozitivistlerin aksine tarih ve bilim tarihi büyük önem kazanır. Paradigma değişimlerini anlamak ancak tarihe yönelmekle mümkündür. Stephen Toulmin yine Paul Feyerabend "Metoda Hayır" adlı bir kitap yazarak, klasik pozitivist görüşü eleştirdi. Ona göre bilim adamının içinde yetiştiği ortam, inanç, norm, dil ve kültür boyutu göz ardı edilemez. Yani psiko, sosyal, siyasal, tarihi ve kültürel şartlardan soyutlanarak bilim yapılamaz, bilim adamı yetişmez. Bilim insanlığın bütün problemlerini çözme iddiasında olamaz. O, belli şartlarda, belli imkanlarda elde edilmiş akli bir bilgi insanın ortaya koyduğu bir ürün bir etkinliktir... Bilim bir din değildir. Artık katı pozitivist ve determinist bilim anlayışı batıda terkedilmiştir. Bilim mutlak hakikatin kendisi değildir. Hayata bir anlam veremediği gibi değerler manzumesi de üretemez. O mutlak var olanı ortaya çıkarmaz, ancak varlık üzerinde etkinlikte bulunur ve gücü ölçüsünde hakikati açıklamaya çalışır. Ancak hakikat hiçbir zaman insan etkinliği ve zihni ile kuşatılacak bir şey değildir. Onun ezeli ve ebedi bir mahiyeti vardır. Zaman ve mekanla kayıtlı olan insan ise kendi çabası ve ürünü olan bilim yoluyla hakikati kuşatamaz. Zira insanın hakikati arama çabası kıyamete kadar devam edecektir. Bilimin onu üreten insan zihniyle direkt bağlantılı bir mahiyeti vardır. Yani onun ölçüsü insandır. Daima bir göreceliği içerisinde barındırır. İnsan ise yapısı itibarı ile külli anlamda hakikati kavrayamaz. Bundan dolayı bilimin ortaya çıkmasında, yukarıda bahsettiğimiz gibi olaylar ve olgular arasında mutlak bir zorunluluk değil, olasılık geçerlidir. Tarih Aguste Comte"u ve Karl Marx"ı haklı çıkarmadı. Din, pozitivizmin öngördüğü determinist yasalar gereği ortadan kalkmadı. Bilakis Samuel Hungtington"un ve Alvin Toffler"in de itiraf ettikleri gibi dinler, yüzyılımıza damgasını vurdu. Öyleyse yapılması gereken ne bilimi dinin yerine geçirmek, ne de dini bilimin yerine koymaktır. Her ikisi de farklı gerçeklik alanlarına hitap eder. Din ve insanı çevreleyen kültür "Tarihselci bilim felsefesinin "konusudur. İnsani alanda doğa bilim yöntemleri geçerli değildir.” (Dr. Lütfü Özşahin, Milli Gazete, 02.11.2008)
Bu icatlar tamamıyla kaza eseri bulundu
Birçok icadın keşfedilmesi kimi zaman çok uzun yıllar alırken, kimileri de tesadüfen ya da bir kaza sonucu ortaya çıkabiliyor. ‘HowStuffWorks’ isimli internet sitesinde yer alan habere göre, işte ilginizi çekebilecek tesadüfen bulunmuş icatlar: Anestezi, Penisilin, Cırt cırt, Kalp pili, Mikrodalga fırın, Sakarin, Dinamit. (T24, 25 Mayıs 2012) Tüm bunlara kafaya düşen elma ile yerçekimi kanununun (Isaac Newton); hamamda batmayan tasla suyun kaldırma kuvvetinin bulunmasını (Arşimet) da ekler ve bir de biyomimetik; yaratılanları taklit ederek yeni bilimsel icatlar bulma ilmini eklersek aslında bilimin aynı zamanda "İlham" ve kopyalama yöntemi ile de ilerlediğini rahatlıkla ileri sürebiliriz.
‘Bana ne, illa da bilim!’ diyenlere; Bilim kanıtladı! İslam en doğrusu. Bilimsel yönden de İslam'ın en mükemmel ve doğru din olduğu kanıtlandı. “İslam'ın en mükemmel ve doğru din olduğu "moleküler" olarak saptandı! Japon bilim adamının yaptığı araştırmalara göre Kur’an okurken veya hoca ezan okurken, sudaki moleküller meydana gelen titreşimle mükemmel bir dizilime ulaşıyor. İnsan vücudunun yüzde 70'i de sudan oluştuğu için İslam dünyadaki en doğru din oluyor.” (Mynet, 16 Ağustos 2009) Bu konuda ayrıca “İslami emirler, yasaklar ve hümanizm.” adlı yazımıza bakılabilir.
Bebeklere, hamilelere Mozart dinletmek medeniyet göstergesi sayılırdı, o da gerçek değilmiş!
Mozart'ı dinlemek zeki yapmıyormuş. Avusturyalı besteci Wolfgang Amadeus Mozart'ın eserlerini dinlemenin zekayı artırmadığı ortaya çıktı. Viyana Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nden bilim insanları farklı ülkelerde "Mozart etkisi" konusunda yapılan 40’dan fazla araştırmayı değerlendirdi. Sonuç, Mozart dinlemenin herhangi bir müzik dinlemekten bir farkı yok. 1993’te Kaliforniya Üniversitesi’nden araştırmacılar, bir grup üniversite öğrencisine Mozart’ın "Re majör İki Piyano İçin Sonat"ını dinletmiş, bu eseri dinleyenlerin, sessiz bir odada oturanlara göre zeka testinde daha başarılı olduğunu iddia etmişlerdi. (Posta, 11.5.2010)
İlle de dinleticem diyosanız, buyrun! Hem zeka hem kalbe iyi gelen ney sesi dinleyin, dinletin!
“Ney dinletisi doğum sancısını azaltıyor. Uşak Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü Öğretim Görevlisi Şeyma Çatalgöl, "Ney Sesinin Doğum Eylem Sürecine Etkileri" konulu tez çalışmasıyla, doğum öncesi ney dinleyen kadınların doğum sürelerinin kısaldığı, kaygı ve ağrı algılarının azaldığını belirledi.” (Habertürk, 28.09.2018) Ney dinlemek kalp sağlığına iyi geliyor. Prof Murat Tuzcu: “Kalp ameliyatı öncesi ney sesi kalbe yararlı.” (Habertürk, 21.12.2015)
İslam ve akıl, bilim
İslam vahyi inancın akla dayandırılmasını ister; yani Allah, vahyinde (Kitabında) öyle dediği için değil, aklın da aynı sonuca ulaştığı için inanılmasını gerçek manada iman kabul eder. Ayrıca unutulmamalıdır ki, akıl ile çelişmek başkadır; bir konunun, aklın bilebilme alanına girmesi başkadır. Bir mümin ruha inandığı zaman aklı ile ters düşmez, onun ‘yeterli olamadığı’ bir alanda başka bir kaynaktan bilgi edinmiş ve buna inanmış olur. İslam inancına göre bilginin kaynağı üçtür: 5 duyu organı, vahiy ve akıl. İslam başka dinlerde bulunmayan ölçüde ictihada yer vermiştir. İctihad, vahyi anlama, yorumlama, açıklanmamış konuları açıklananlara kıyas ederek sonuca varma ve neyin, nerede, ne zaman faydalı veya zararlı olduğunu objektif ölçütlere, dinin genel amaçlarına göre belirlemedir. Yani ictihad, akıl ile vahyin birlikte devrede oldukları bir insani faaliyettir. “Bilhassa ruhsal hayatımızla pek derin bir surette ilgisi olan birçok meseleler vardır ki, anlayabildiğimize göre insan aklının kudreti şimdiki tertibinden başka bir tertip kazanmadıkça, o akıl için bu meselelerin halli mümkün olmayacaktır.” (B. Russel, Felsefe Meseleleri, Çev. A. Adnan Adıvar, s. 213) “Zaman ve mekan hakkındaki eski Newtoncu anlayışa göre, dünyanın mekan içinde bir hıza sahip olacağı neticesine (istidlal) yol açıyordu. Tecrübeler olayın böyle olmadığını gösterdi ve fizikçiler zaman ve mekana ait ilmi anlayışı izafiyet teorisine yol açacak şekilde kökten değiştirmek zorunda kaldılar. Bir inanç sisteminin incelemeye elverişli olmayışı onun ehemmiyetsiz olduğunu göstermez. İnsanı son derece ilgilendirmesi bakımından önemli olan pek çok meseleler vardır ki bunlar normal vasıtalarla, hatta belki hiçbir şekilde incelememez.” (K. Boulding, Yirminci Asrın Manası, s. 45, 47, 54, 69) Aslında “insan, Rönesans’tan beri beş duyunun hudutları içine hapsedilmiştir. Bugün inkar edilmesi imkansız birçok telepati vakalarını bilinmektedir.” (Dr. A. Carrel, İnsanlar Uyanın, Çev. Leylâ Yazıoğlu, s. 105) “Gözlemlerin toplam sonucu olan bilim, hiç bir şekilde evrenin açıklaması değildir; sadece Valery’nin tabiriyle: ‘Başarı sağlamış bir yöntemler bütününden ibarettir.’ Bu yöntemler hiç başarı da sağlamayabilirdi. Eğer şu anda elimden şu kitabı bırakırsam ve yere düşecek yerde tavana doğru yükselirse çok şaşardım, ama bu, bilimi altüst etmezdi. Olsa olsa, bu fenomeni de içine alan daha karışık bir yasa aramaya koyulurdum.” (A. Maurois, Yaşama Sanatı, Çev. Nihal Önol, s. 20, 22, 23) “İlim adamının dediği, düşündüğü, inandığı her şeyin mutlaka ilim olması şart değildir. İlim adamının dünya hakkındaki vardığı sonuçların ancak bir kısmı ilimdir. Bu kısım aklımızın tenkitçi, karşılaştırıcı ve düzenleyici fonksiyonunun bir neticesidir.” (Aliya İzzet Begoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam, s. 193) “Akılcılık (rasyonalizm) kilisenin dogmatizminden hiç de geri kalmayan kendi dogmatizmini oluşturmuştur. Din ve bilimin yetenekleri karıştırılmamalıdır. Din hayatın gayesi ile ilgili sorulara cevap sunar, bilim ise hayatı ve tabiatı birer fenomen olarak inceler. Ne bilim hayatın gayesi ile ilgili soruları cevaplandırabilir, ne de din tabiat kanunlarını tarif eder. Mutlak bilgiyi sunuyormuş gibi gösteren bilim inkar ve nihilizmle sonuçlanır. Faust’taki giriş monoloğunu hatırlayalım.” (Aliya, Özgürlüğe Kaçışım, s.121, 219) “1994-98 yılları arasında Uluslararası Sosyoloji Derneği’nin başkanlığını yapan ve “dünya sistemleri analizi” diye bilinen anlayış konusunda önemli eserler veren, mevcut kapitalizm analizlerine geniş bir bakış açısı ve tarihsellik boyutu getiren Immanuel Wallerstein şöyle demektedir: Bilgi her zaman bir arayış olarak kalacak, hiçbir zaman bir varış noktası olmayacaktır. Newtoncu bilim her şeyi açıklayan basit temel formüller olduğunu varsayıyordu. Karmaşık çalışmaları bu tür formüllerin ‘en iyi olasılıkla kısmi olabileceğini’ ve hiçbir zaman ‘geleceği değil, olsa olsa geçmişi açıklayabileceğini’ ileri sürer. Fiziksel bilimciler ve matematikçiler artık bize kendi alanlarındaki hakikatin karmaşık, belirlenmemiş ve bir zaman okuna bağlı olduğunu söylüyorlarsa bu sosyal bilimciler için ne anlam taşır?” (Aliya, Özgürlüğe Kaçışım, s. 230-231; Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 31.12.2017; 04-5.01.2018) Son zamanlarda, Batı’da bile çoktan terk edilen akılcılık/rasyonalizm projesini İslam dünyasına “satmaya” çalışan tipler türedi. “Dini hurafelerden temizleyeceğiz” diyerek, sığ bir akılcılık, kör bir bilimcilik gibi çağdaş hurafeler ürettiler! Kur’an’ı, akılcılıkla, bilimcilikle yorumlamaya çalışıyorlar! Dini, ruhsuzlaştırıyorlar! Din, aklı da, bilimi de aşan bir anlam ve ruh dünyasına sahiptir. Aklı, bilimi, çağı, eksene alarak Kur’an’ı yorumlayan kişiler, aklı, bilimi, çağı Kur’an’ın önüne geçirdiklerini, dolayısıyla aklı da, bilimi de, çağı da kutsadıklarını göremeyecek kadar hem zihni felçleşme yaşıyorlar hem de çağdaş düşüncenin, dünyayı yaşanamaz bir yere dönüştürdüğünü söyleyerek modern akılcılığı kıyasıya tartıştığı ve aştığı yakıcı gerçeğini göz ardı ediyorlar ya da bilmiyorlar bile! Bu nasıl bir eziklik psikolojisidir böyle, inanması zor gerçekten! ‘Akıl, bilgiye götürür, bilgeliğe değil.’ Kuru bilgi, ruhsuzdur; felakete sürükler insanlığı -bugün iliklerimize kadar yaşadığımız gibi son bir asırdır.. İşin ürpertici yanı şu: Batı’da pozitivizmin çoktan aşıldığı, tarihselciliğin kıyasıya tartışıldığı, modern akılcılığın seküler, kapitalist zorbalık ve hegemonya biçimlerini aklamaktan, hayatı çölleştirmekten ve cehenneme çevirmekten başka bir işe yaramadığı yakıcı gerçeğinin bütün düşünürler tarafından kabul edildiği bir zaman diliminde, Türkiye’de pozitivizmin ve tarihselciliğin kutsanması, Nietzsche’nin sarsıcı ifadesiyle “bilim kilisesinin rahipleri”nin bize her Allah’ın günü televizyonlardan, medyalardan seküler vaazlar vermesi, insanların bu sığ ve acınası kişileri ağzı açık dinlemeleri hem sığlığın işaretidir hem de eziklik psikolojisinin ve çıkmaz sokaklara sürüklendiğimizin." (Kaplan, Yeni Şafak, 14.10.2018)
Sonuç
2000'li yıllardan itibaren yeni (militan) ateizm ortaya çıkmıştır. Onlara göre bilim hayatın her alanını, ahlak dahil açıklamaya yeterlidir. Halbuki bilim ancak, deneyle, ölçümlerle cevaplanabilecek sorulara cevap verebilmektedir. Ama deneylere kapalı, bilimin açıklamayı hedeflemediği alanlarda vardır ve tarihten sanata, felsefeden dine dek geniş bir alanı kapsar!
Aslında bu kişiler bilim adamı değil, 'bilimci'dirler. Bilimin söz sahibi olamayacağı, otoritesini aşan alanlarda konuştuğunu ileri süren bu kişiler aslında, kendi ‘ideolojilerini bilime söyletme’ çabasındadırlar. Bir bilim adamı kendi alanında uzman olabilir ama din hakkında konuşurken bilimsel ve nesnel yaklaşmak yerine ideolojik yaklaşarak ve de bilimi de kullanarak sübjektif sonuçlara ulaşabilir ki, bilimci militan ateistlerin yaptığı da aynen budur! Bilimci ateistler, kendi ideolojilerini bilime söyletmeye çalışırken aslında bilime hizmet etmemekte, aksine bilime kötülük yapmaktadırlar. Çünkü kendi iddiaları çürütüldükçe, insanlar bilimden soğumakta, bilimden uzaklaşmaktadırlar. (Bu konuda özellikle, ‘Ateizm yanılgısı’ adlı yazımızı tavsiye ederiz.) Halbuki bilim bir Müslüman için Allah'ın evreni yaratma dilinin açıklanmasından ibarettir. Yani Müslüman'ın bilimle uğraşması onun için aynı zamanda bir dini bir görevdir ki, evreni araştırmayı tavsiye eden, buna yönlendiren birçok ayette zaten bulunmaktadır. Bu ateistlerin iddialarından biri de dinin dogma olduğu, bilimin ise olmadığı şeklindedir. Ama bilimde de önce dogma, ispatlanamamış bir ön kabul/inanç vardır ve zamanla yapılan deney, bilimsel ölçümlerle o inanılan şey ispat edilmeye çalışılır ve ispat edildiği anda da yine dogmaya yani sorgulanamaz hale dönüşür! Dindarlar sorgulayarak (tahkiki iman) iman ederler. Bilim tarihi de, dindar hatta din adamı olan birçok bilim adamları ile doludur. Bilim bize bir insanın ne kadar acı çektiğini söyleyebilir ama insanlara acı çektirmemek gerektiğini söylemez! Bilim atom parçalayabilir, uzaya mekik yollayabilir ama bu bilim iki dünya savaşının çıkmasına engel olamamıştır. Aydınlanma dönemini yaşamış, bilimde en önde giden ülkeler, dünyada eşi görülmemiş katliamları uygulayan ülkeler olmuşlardır. Dünyayı sömürmüşler, insanları bedenen, zihnen köleleştirmişlerdir. Dinden uzak, hatta ateist olan komünist ülkelerin tarihine, insani değerlerine, uygulamalarına baktığımızda, dinden uzak bu toplumların neden olduğu savaş ve katliamların sonuçlar neden din karşıtı bilimcileri hiç düşündürmez acaba? Bir komünist ölünce (Küba) yerine kardeşini, diğeri (Kuzey Kore) oğlunu bırakmıştır. Komünizmle yönretilen Çin'in (!) kapitalizmin merkezine dönüşmesi de ayrı bir çelişkidir!
Bilim tek bilgi kaynağı mıdır? Bu, bilimsel değil felsefi bir iddiadır. Bilimin de sınırları vardır. Tıpkı aklın sınırları olduğu gibi. Bilimin cevap veremeyeceği sorular vardır. Adam öldürmek kötü müdür? Bu, hukuk ve ahlakın alanıdır. Ahlakla ilgili konularda bilim söz sahibi olamaz. Aksine bilim, hukuk gibi konular ahlaka dayanır! Bilimsel araştırmaların etik kurulları neden vardır? Hangi sanat daha üstündür? Güzellik, estetik nedir? Sanat, tiyatro gibi alanlar da bilimin ilgi alanları değildir. Şiir ne kadar bilimseldir? Vicdan kaynaklı eylemleri bilim ne kadar açıklayabilir? Felsefe ne kadar bilimsel metot ve deneyle alakalıdır? Bilim, “hayatın anlamı, neden oluş var, ölüm sonrası?” gibi sorulara cevap veremez. "Bir konunun aklı aşması ile akıldışı olmasının aynı şey olmadığını unutmamak gerekir. Hakikati bilimle sınırlandırmanın, bilimin emrettiği bir netice olmadığını, böyle bir yaklaşımın bir ideoloji olduğunu unutmamak gerekir. Bilim adamı, kendi metotları ile yakalayamadığı hakikatleri yok saymaktadır. Evreni tanıma faaliyeti, yaratıcıyı tanımaya vesile olduğu için de, teist inanca sahip olanlar için bir motivasyon kaynağı olabilmektedir." (Erol Çetin, Deizm Eleştirisi ve Yapılması Gerekenler, s. 68)
Kısaca bilim adamı geçinen bilimci ateist militanlar, hem bilime hem insanlığa büyük zararlar vermektedir. Her ilmin alanı, sınırı vardır. İslam, her birini kendi alanında ve bir bütün oluşturacak şekilde ele alır ve Müslümanları bu şekilde çalışmaya yönlendirir!