En başta hatırlatalım ki, birçok konuda hadis uydurulmuştur. Bundan ‘acemler, kadınlar, mezheplerden meyve sebzelere’ kadar birçok alanda yalan furyası ümmetin üzerine çökmüştür. Ama hadis alimleri bunları tek tek bulup ortaya da çıkarmıştır.
"Haçlıların hakimiyetinin sona ermesinden sonra Müslümanlar, tarihinin en büyük kanlı istilacıları ile karşılaşırlar: Moğollar. Cengiz Han'ın torunu ve Moğol prensi Hülagu Hristiyanlığa eğilimli biri idi. Kendi temsilcisi olarak Nasturi bir din adamına seçmişti." (Doç. İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 78) "Moğol istilacıları da daha sonra katliamlar uyguladığı toplumun dinini seçmiş." (Thomas Walker Arnold, İslam'ın tebliğ tarihi, s. 19) ve "kısa sürede İslam’ı kabul etmişlerdir." (İbrahim Kalın, İslam ve Batı, s. 79) "ki bu "Moğolların 4/3’ü Türktür." (Leon Cahun, Introduction a l’histoire de l’Asie, s. 279)
“Annesi, komutanı ve beş eşinden en sevdiği Dokuz Hatun Hristiyan olduğu için onların yönlendirmesi ile yüzbinlerce Müslümanı katledip” (H. Ahmet Özdemir, Moğol İstîlâsı ve Abbâsî Devleti’nin Yıkılışı, s. 200) Bağdat'taki cami ve kütüphaneleri tahrip eden ve kitapları Dicle’ye attıran, nehrin günlerce mürekkep renginde akmasına neden olup, bu istila nedeni ile İslam medeniyetinin duraklamaya ve gerilemesine neden olan (https://islamansiklopedisi.org.tr/hulagu), Anadolu’da da komutanları vasıtası ile birçok zulüm yapan (Mustafa Akkuş, Büşra Bağcı, Hülâgû han döneminde Anadolu’da görev yapan Moğol komutanları, USAD, Güz 2018; (9): s. 150-171), dedesi Cengiz Han'ın kurduğu devletten ayrılıp işgal ettiği topraklarda yeni bir devlet Kur’an, öldüğünde cariyelerini kurban ettirtip kendisi ile mezara koydurtan (Yusuf Ziya Karaaslan, Doktora tezi, 2022, İlhanlı hükümdarı Abaka Han ve etrafındaki dünya, s. 55) ve şaman geleneklerine göre gömülen (https://tr.wikipedia.org/wiki/H%C3%BCl%C3%A2g%C3%BB) Hülagu’un Hristiyan olarak yetiştirilen (Thomas Walker Arnold, İslam’ın Tebliğ Tarihi, s. 303) oğlu Teküdar Han daha sonra Müslüman olacak ve Ahmet adını alarak ilk Müslüman İlhanlı hükümdarı olacaktır. (Cüneyt Kanat, Türklük Araştırmaları Dergisi - 12, Eylül 2002, s. 234)
Peki, İslam'a bu kadar düşman olan bu ırk, kendilerini küçümseyen, aşağılayan ve düşman gören bir dine girmiş olabilirler mi acaba? Girdiklerine göre, günümüzde yapılan tüm bu iddialar mesnetten yoksun kalmazlar mı?
Genel değerlendirme
Bugün hadis külliyatlarında peygamberin sözü olarak nakledilen Türkler hakkında hem lehte, hem de aleyhte birbiri ile çelişkili bazı hadisler bulunmaktadır. Olayın tamamen siyasî olduğu tarihi incelediğimizde ortaya çıkmaktadır. Abbasî sultanları zamanında orduya alınan Türklere karşı ırkî bir Arapçılık anlayışı ile aleyhte hadisler uydurulmuştu. Bu tavrı haksızlık olarak değerlendiren bazı Araplar da bu sefer Türkler'i savunmak için yeni hadisler uydurmaya başlarlar. Fetihlerle çeşitli din ve uluslara mensup insanlar Müslüman oluyorlardı. Bunlar ne kadar Müslüman olsalar da eski inanç ve kültürleriyle yoğrulmuş insanlardı, içlerinde o kültürün düşüncelerini taşıyorlardı. Zaten bir anda bunlardan sıyrılmaları da çok zordu. Bunların Müslüman olmasıyla birlikte Araplar da çeşitli kültürlerle temasa girdiler. Kendileri onlara kültür verdikleri gibi büyük ölçüde onlardan da etkilendiler. Hint ve Yunan düşünceleri, Mani inançları İslam ülkelerinde tartışılır oldu. Böylece çeşitli fikir ve inanç ekolleri doğmaya başlar. Her ekol kendi düşüncesine geçerlilik kazandırmak için bunları bir ayete veya hadise dayandırmak lüzumunu hisseder. Ayetler sınırlı idi. Yeni ayet ilave edilemezdi. Ama hadis işi kolaydı. Onun için ekoller mümkün olduğu ölçüde ayetleri, kendi fikirleri doğrultusunda yorumladılar. Ve düşüncelerini, bol bol uydurdukları hadislere söylettiler. Böylece fıkıh, kelam, felsefe ve tasavvuf sahasında uydurma hadisler yayıldı. Ve bunlar derlenerek kitaplara girdi. Irkçılığı yasaklayan ve ümmet bilincini savunan bir dinin ayet ve hadislerle ırkçılığı reddeden temel prensiplerine aykırı bu tür -Türkleri öven veya yeren- rivayetlerin o dinde olduğunu, dine ait olduğunu savunmak için ya ırkçı-faşist olmak ya da tamamen önyargılı din - özellikle de İslam- düşmanı olmak gereklidir. Zaten "Mevzu hadisleri" inceleyen kitaplar bu tür ırkçı içeriğe sahip olan hadislerin uydurma olduğunu yazmıştır.
Rivayetlerin tahlili
Türkler aleyhinde söylendiği ileri sürülen hadisler uydurulmuş yalanlardan ibarettir. Bunlar içerisinde Türkleri yeren, onları ahir zamanda çıkacak ‘ye’cuc ve me’cuc’un bir kolu sayan rivayetleri yanında Türkleri öven hadislerde vardır.
Türklerin aleyhine bir takım hadisler de rivayet edilmiştir: Fakat bunlar Türk düşmanlığıyla sonradan uydurulmuş şeylerdir. (İsmail Hami Danişmend, Türkler Niçin Müslüman Oldu?, s. 144) Molla Aliyy-ül- Türklerle Habeşlilerin kötülendiği hadis rivayetlerinin tümü yalan ve uydurmadır. (A. Kari’nin uydurma hadisleri ele aldığı ünlü eseri; Mevzuat, s. 119) olduğu tasrih edilmektedir.
Mesela Ebu Davud: “Türkler size dokunmadığı surece siz onlara dokunmayın.” rivayetini “sahabeden bir adamdan” almıştır. Kim bu adam? Mechul; söyleyen belli değildir. Türklerin, ye’cuc ve me’cuc’un bir kolu olduğunu, akın içcin çıkmış olan bir kolun, geri döndüktelerinde İskender tarafından yaptırılan sed dolayısıyla yerlerine varamayıp dısarıda kaldıkları hakkında ki rivayetin, ileri tutar tarafı var mıdır? Belli ki bunlar, Türklerin güçlenmesiyle otoriteyi elden kaçırmakta olan arap ırkçılarının uydurdukları sözlerdir.
Simdi burada ateist ve oryantalistlerin bir çelişkisine de dikkati cekmek istiyoruz. Onlar, peygamberimizin sadece Arap toplumuna gönderildiğini, hatta hicaz bölgesinden başka bir toplumun Müslüman olmasını dahi düşünmediğini ileri sürüyorlar. Var sayalım ki öyledir! Öyle ise, hiç görmediği, bir ilişkisinin olmadığı, belki de varlığını dahi duymadığı Türkleri ne diye yersin, onları düşman ilan etsin efendimiz?
Amr bin Taglib’in rivayetine göre peygamber (sav) : “Kıl ayakkabı (carık) giyen bir kavimle çarpışmanız, kıyamet alametlerindendir. Yüzleri, üst üste deri kaplı kalkanlar gibi genis ve değirmi olan bir kavimle carpışmanız, kıyamet alametlerindendir.” Bu rivayette Türk adı geçmez. Ayrıca çarpışılacak kavim de ayrı ayrı kavimdir. İbn Hacer, bunlardan birinin, zındıkların başı Babek ve yandaşları ( Fars;İranlı) olduğunu söylemektedir.
İkinci rivayette ise Türk adı geçmektedir: Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Allah’ın elcisi söyle buyurmuş: “Siz, kücük gözlü, kırmızı yüzlü, basık burunlu, yüzleri üst üste deri kaplı kalkanlar gibi değirmi ve etli olan Türklerle çarpışmadıkça kıyamet kopmaz. Kıl ayakkabı (carık) giyen bir kavimle carpısmadıkca kıyamet kopmaz." (Buhari, cihad; 96; Muslim, fiten: b.18 h.65; Ebu Davud, melahim; 9) “Bu hadis bir emir değil haberdir. Hadisin, Moğollar olma ihtimali ise çok güçlüdür.” (Altay Can Meriç, Peygamberliğin ispatı, s. 431, 432)
Ebu Davud’un rivayetinde ise; “Küçük gözlü bir kavim (ravinin izahına gore yani Türkler) sizinle savaşacak. Onları üc kez Arap yarımadasına kadar kovalayacaksınız. Birinci kovalamada onlardan kaçanlar kurtulurlar. İkinci kovalamada onlardan bir kısmı kurtulur, bir kısmı ölür. Üçüncü kovalamada hepsinin kökü kesilir.” (Melahim, 9, hadis: 4305) aktarılan sözler birbirinden farklıdır. Amr ibn Tağlib’in ki daha kısa, Ebu Hureyre’ninkin de ise ilaveler bulunmakta ve yine bunlar da aynı şahsın rivayeti olmasına karşın birbirinden farklı, eksik, fazlalıklar barındırmaktadır. Kiminde Türk adı geçerken kiminde geçmez. Diğer bir rivayet: “Siz, kıl ayakkabı giyen bir kavimle çarpışmadıkça kıyamet kopmaz. Yüzleri üst üste deri kaplı kalkanlar gibi geniş, etli ve kıllı yüzlü bir kavimle çarpışmadıkça kıyamet kopmaz.” Ebu Hureyreden diğer bir rivayetinde ise, “Gözleri küçük, burunları basık, yüzleri deri kaplı kalkanlar gibi geniş ve etli” ilavesi bulunmaktadır. (Buhari, cihad, 97; Muslim, Fiten :b.18,h .64) Halbuki peygamberimiz, “Habeşliler size dokunmadıkça siz onlara dokunmayın. Türkler size dokunmadıkça siz onlara dokunayın” (Ebu Davud, Ssünen, k. el-melahim, b.8, h.4302; Nesai, cihad, babu’l-Gazveti’t-Türk, h.3178) dediği de aktarılmıştır. Müslümanlara saldırmayan bir millete saldırmak, Kur’an’ın buyruğuna da aykırıdır. Çünkü Kur’an “Sizinle savaşanlara karsı Allah yolunda savasın, fakat saldırmayın. Allah saldırganları sevmez” (Bakara, 190) buyurmaktadır.
Görüldüğü gibi, hadis sahih ise emir değil kıyamet öncesi olacak olan bir ‘haberi’ bildirmektedir. Hadis zayıf veya uydurma ise, içeriği ve rivayetleri çelişkili olan ve diğer ayet ve hadislere aykırı bir (hadis değil) haber olma niteliği taşımaktadır!
Kasgarlı Mahmut da şöyle bir hadis nakletmiştir: “Benim bir ordum var. Ona Türk adını verdim. Onları doğuya yerleştirdim. Bir millete kızarsam, onları bu milletin basına salarım.” (Divanu lugati’t Türk, Kilisli rifat nesri, matbaatu’l-amire,1333-1335, I/293-294)
“Türkleri öven rivayetleri İslam düşmanları görmek istemez, Türkleri yeren hadis rivayetlerinin üzerine ise balıklama atlarlar. Halbuki iki tür rivayette sadece tarih sahnesinde siyasi nedenlerle uydurulan , İslam ile alakası olmayan uydurma sözlerdir. İslam ile asla ve hiç alakaları yoktur. İslam dini arap ırkçılığını reddeden ayet- hadislerle dolu iken, ne başka ırkları över ne de sadece bir ırktan geldiği için bir toplumu yerer ve kötüler. İslam ferdin yaptığı iyilik ile insanları değerlendirir, peygamber soyundan bile gelse üstünlüğü kanda değil, Allah'ın kanunlarına uymada (takva) görür ve bu prensibi savunur.” (Pr. Dr.Süleyman Ateş, Gercek din bu 2)
Sözün özü; “Türkleri, Habeşlileri, Sudanlıları kötüleyen hadisler uydurma hadislerdir.” (Ali el-Kari, el-Mevzuat, s. 121-122)
Türklerin Müslüman olması
"Resûlüm! Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?" (Yunus, 99)
İslam ordularının Türklerle ilk kez Kafkaslarda karşılaşırlar ve Hazar Türkleri ile komşu olurlar. Toplam üç savaş olur ama Müslümanlar çok az ilerleme kaydederler. Kuteybe b. Müslim vali olduktan sonra yer yer Türklerle savaşsa da Buhara'yı güçlükle ele geçirir. Bu yıllar içinde Türkler arasında İslamiyet'in yayılması neredeyse sıfırdır. Uzun süren savaşlar, akınlar, yıldırma politikaları ve nihayet geçici hâkimiyetler hiçbir işe yaramamış, iki taraf arasındaki rekabeti körüklemekten öteye geçememiştir. Ayrıca Emeviler gerek cizye vergisinde kayıp yaşamamak, gerekse Arap olmayanlara köle muamelesi yapmak gibi hevesleri yüzünden İslamiyet'in yayılması için çok da gayretli davranmamışlardır.
Emevi iktidarı Türklerin Müslüman olması için baskı yapmamış aksine Türklerde dahil tüm ‘mevali’ olanların Müslüman olmaması için çaba sarf etmiştir. Müslüman olanlar arttıkça gelirlerinin azalacağını düşünen Emevi ırkçı iktidarı, baskısını Müslüman olunması için değil, olunmaması için harcamıştır. Kuteybe gibi zalimlerde bu dönemin eserleridir. Emevi iktidarı İslam ruhunu değil Emevi ırkçılığının ve saltanat döneminin fiili uygulamaları ile tarihe geçmiştir. Bu ırkçılık Emeviler dışındaki tüm Araplara da baskı uygulayacak kadar da faşistçedir!
Türklerin büyük bölümü ise İslam ordularıyla zaten hiç karşılaşmamıştır. Kırgızlar, Kıpçaklar, Kimekler, Tatarlar, Uygurlar ve Oğuzların İslam ile teması Emevilerden ziyade Abbasiler dönemine rastlar. Göktürkler 745 yılına kadar hüküm sürmelerine rağmen Peçenekler, Uzlar, Tuna Bulgarları Karadeniz'in kuzeyinden batıya göç ettikleri ve Hristiyanlık âlemine karıştıkları için Müslümanlarla hiç karşılaşmamışlardır. Dolayısı ile kılıç zoru ile Müslüman olma iddiası tamamı ile önyargı ifadesinden başka bir şey değildir. Peki, asıl büyük buluşma ne zaman olmuştur? Türkler, Çin ile Arapların savaştığı Talas Savaşı'nda ezeli düşmanları olan Çin'lilere karşı Müslüman Arapların yanında yer alırlar. Savaş ve inatlaşmanın olmadığı bu andan itibaren ise İslam Türkler arasında hızla yayılmaya başlar. 11. yüzyılda Selçuklu ailesinin İslamiyet'i benimsemesi ise Oğuz/Türkmen gruplarının İslamlaşmasını hızlandırır. Oğuzlardan en az 200 bin çadırlık bir grup İslamiyete girer. Oğuzlar önce İran'ı, sonra Irak, Suriye ve Anadolu'yu fetheder.
Türkler kendiliğinden Müslüman olmuştur. Sadece göçebe Türkler Emevilerin zulümlerine direnmişlerdir. Ama zamanla onlarda Müslüman olmuşlardır. Emevilere direnişleri de İslam’a değil, Emevi ırkçılığına karşı olmuştur. Ayrıca bu direnci gösteren Türkler daha sonra Abbasilerle birlikte hareket etmişler, Abbasi İslam devletinin çekirdeğini oluşturmuşlardır. Unutmayalım ki Emevi ırkçılığı, sonunda bu hanedanlığın yok olmasına neden olmuştur ve onları ortadan kaldıran da Arap-Türk ortaklığı olmuştur.
Antakya Ya'kubi patriği Süryani-Mikail, Türklerin Müslüman olmasının ne büyük nedeninin 'tevhid inancı' olduğunu söyler. (Chronique de Michelle Syrien, J.-B. Chabot tercemesi, III/152)
“Türkler savaşta yenilmek suretiyle Müslüman olmamış, kendi istekleri ile İslam'a girmişlerdir.” (Jean-Paul Roux, La Turquie, s. 69)
"Emeviler iktidara gelince ırkçı bir politika izlemeye başlarlar. Arap ve İslam bir kabul edilir. Bu dönem, Müslüman olanların bile hakir görüldüğü bir dönem olur. " (Louis Gardet, La cite musulmane, vie sociale et politique, s. 211)
Genel anlamda, "Türklerin Müslüman oluşu asırlarca süren bir olgunlaşma ile ‘yavaş yavaş’ olmuştur." (Habib özkaplan, Nasıl Müslüman Olduk, Ocak, Yıl 1, sayı: 3, 1 Mart 1968, s. 8; Veli Kahraman, Türk'lerin Müslüman Oluşu, Büyük Türkiye'ye Hasret, Ekim-Kasım 1975, s. 10) Türklerin İslamiyeti benimsemelerinin birçok nedeni vardır. (Veli Kahraman, Türk'lerin Müslüman Oluşu, Büyük Türkiye'ye Hasret, Ağustos 1975, s. 10) Araplar savaşlarda Türkler karşılaşmış ve duraklatılmıştı. Bu arada da Türklerin ruhunda iman kıvılcımları görünmeye başlanmıştır. Özellikle Abbasiler döneminde karşılıklı işbirliği geliştirilir." (Veli Kahraman, Türk'lerin Müslüman Oluşu, Büyük Türkiye'ye Hasret, Eylül 1975, s. 10)
Brockelmann, ‘Türkün ihtidasında milli ruhunun İslamiyyetle uyumundan başka bir neden bulunmadığını’ söyler. (Profesör Karl Brockelmann, Histoire des peuples et des Etats islamiques, s. 150) Profesör Barthold da diğer dinlere ait propagandalara karşı tamamiyle lakayd kalan Türk ırkının yalnız İslam telkinatına kıymet verip ihtida ettiğini kitabında anlatır. (Histoire des Turcs d'Asie centrale, s. 57)
T. W. Arnold, ‘Abbasi halifelerinden (El-Mu'tasım) devrine kadar ferdi mahiyette kalan ihtidaların işte o devirden, yani Hicretin üçüncü ve Miladi dokuzuncu asrından itibaren umumi bir mahiyyet aldığını’ anlatmaktadır. (T. W. Arnold, ‘İntişar-ı İslam tarihi’, Halil Halid tercemesi, s. 220)
Artık Araplardan sonra islam’a hizmet etme sırası Türklere gelmiştir: “Türk imparatorluğu Arap imparatorluğunun üstüne konuverdi; onu yıkmıyarak katmerlendirdi, ona kendi taze kuvvetini verdi ve onların halefi oldu.” (Rene Grousset, L'Empire des steppes, s. 207)
“Türklerin 900 tarihinden sonra kitleler halinde Müslüman olmaya başlamaları, Türklerin İslamiyet’i zorla değil de kendi arzuları ile kabul ettiklerini göstermektedir. Türkler gerek Selçuklu devrinde Asya'da, İran'da, Irak'ta ve Anadolu'da, gerek Osmanlılar devrinde 3 kıtada imparatorluklarını İslamiyet’ten aldıkları manevi kuvvet ve değerlerle kurma ve yaşatma imkanına sahip olmuşlardır. Müslümanlık, Türk'ü ayakta ve tarih sahnesinde tutan ruhtur. Bugün Dünya üzerinde Türkler varsa ve yaşıyorlarsa Müslüman oldukları için vardırlar. Müslüman olmayan Türkler hayat sahnesinden çekilmiş, tarihin sinesine gömülmüştür. Marcel Brion, ‘La Vie des Huns’ adlı eserinin 248. Sayfasında, ‘Türkler mevcudiyet ve milliyetlerini İslam dini sayesinde muhafaza edebilmişlerdir. İslamiyet’i kabul etmeyenler veya terk etmiş olanlar bugün yeryüzünde yok olmuşlardır yahut çok azalmışlardır.’ Demektedir. Türk milletini dininden ayırmak, dini unutturmak isteyenler Türk'ün ocağına incir dikmek isteyenlerdir.” (Tahsin Ünal, İslam Medeniyeti Dergisi, yıl: 2, Sayı: 14, Eylül 1968, s. 28-31)